Kimsenin görmediğini, bilmediğini sanıyoruz. Kendimizden bile sakladığımızı afişe edemeyeceğimize inanıyoruz. Biz kendi iç sesimize kulak vermez, yüreğimizden saklanırken, etrafımızdakiler bizi tövbe okuyamaz, çözemez sanıyoruz.
Yanılıyoruz çünkü konuşan sadece dil sanıyoruz. Bedenimizin anlattığı hikayeyi, gözlerimizin şiirini, jestlerimizden taşan mesajları azımsıyoruz, ya da yok sayıyoruz. Biz söylemezsek, kimseden de duymadılarsa, asla bilemezler, tahmin bile edemezler sanıyoruz.
Fena halde yanılıyoruz.
* * * *
Arkadaşım karşımda ıkınıyor, sıkınıyor. Önemli bir konudan bahsedecek, belki bir itirafta bulunacak, hissediyorum. Bu kadar huzursuzlanması biraz şaşırtıyor beni açıkçası.
Yıllardır tanışıyoruz, çok şey paylaştık. Birbirimizin karanlık yönlerini tanıdık ve kabullendik. Beni bilir üstelik, dinlerim. Güzel dinlerim. Yargılamam. “Ben senim yerinde olsam..” nutuklarına girmem, ahkam kesmem. Beni bilir, onun iyiliğini isterim, çünkü mutluluğu hak eder.
Sonunda anlaşıldı, o kişiyle ilişkisi var. Söyledi ve rahatladı. Gözümün içine dikti bakışlarını, tepkimi bekliyor. Dudaklarım bir türlü aralanmıyor ama gözlerimde muzip bir ışık yanıp sönüyor. Bir anlık bir şey ama o görüyor.
“Biliyordun, değil mi? Çoktan tahmin etmiştin!” diyor. Heyecandan yüksek perdeden çıkıyor sesi.
Gülümsüyor.
Gülümsüyorum.
Rahatlıyor.
“İlk ne zaman anladın?” diye soruyor. “Birinden bir şey mi duydun yoksa?”
“Aylar önce…” diyorum “… hani öğlen yemeğine çıkacağımız o bahar günü…”
Gözleri aydınlanıyor. Aynı anı hatırladığımızı biliyorum.
“Uzaktan gördüm sizi, bir toplantıdan çıkmıştınız sanırım, yanınızda başkaları da vardı. Diğerleri ayrıldı sonra, ikiniz kaldınız. Ben uzaktaydım, konuştuklarınızı duyamayacak, bakışlarınızı gözlemleyemeyecek kadar uzakta. Ama sizi gördüm.”
“Nasıl yani gördün?” diye didikledi hemen.
“Bilmem. Bedenlerinizin yanyana duruşunda, aranızdaki mesafede, birbirine çevrili çehrelerinizdeki ifadede ve arada attığınız ölçülü, biraz da mahcup kahkahalarda son derece “halinden memnun” bir hava vardı. Sanki o an için yaşıyordunuz, kimsenin bir yere gidesi yoktu. Bundan, şu andan daha anlamlı, daha cazip hiçbir alternatif yoktu.”
“İnanmıyorum, bu kadar mı aşikardı…” diye iç çekti. Yüzünde o anın değerli anısının izlerini gördüm. Yüzünde karşı konulamaz özlemi gördüm.
“Siz bir olmuştunuz, geri kalan herşey dışınızdaydı” dedim.
Gözlerinde akmaya hazır yaşlar gördüm. Yüreği yükselmiş, bedeninden fırlamış ve üçüncü bir şahsiyet gibi oturmuştu aramıza.
“Mutlu musun?” diye fısıldadım yanıtını bilerek.
“Çok aşığım” dedi.
* * * *
Fatima
Faslı
Ateş gibi
Becerikli ve zeki
Kuaförde çalışıyor
Güzel kız
Yaş ya yirmi ya yirmi iki
Biraz etine dolgun bedeni
Çevik yine de hareketleri
Çalan her telefona koşuyor
Radyodan dökülen şarkıya eşlik ediyor
Dili, kolu, boynu
Müşteriler hep onu soruyor
Hem güleryüzünde
Hem el maharetinde
Şifa bulmayı umuyor
Zamanla bakıyorum
Fatima’ya daha da bir güzellik geliyor
Saçları ayrı, cildi ayrı parlıyor
Biraz kilo da verdi belli
Artık başka türlü giyiniyor
Güzel bir yüzük var parmağında
Alyans gibi değil ama önemli belli
Ara ara diğer elinin parmaklarıyla
Ona dokunuyor
Onu okşuyor
Yüzünden bir hayal geçiyor o anlarda
Uzaklar yakına geliyor
Hem utangaç, hem baştan çıkartıcı
Gülümsüyor
Bir zaman yollarımız kavuşmuyor
Denk gelmiyoruz
Aylar sonra bir sabah sokakta rastlaşıyoruz
Önce tanıyamıyorum
Kamyon geçmiş gibi üstünden
Öyle solgun ki yüzü
İnsanın içi acıyor
Kambur ve ağır adımlarla yürüyor
Gözleri burada değil
Gözleri nefes almıyor
Kaçamak bir selam veriyor bana
Gülümsemeye çalışıyor
Olmuyor
Birkaç kez daha denk geliyoruz
Benim işe gitmek için bindiğim metrodan
O işe giymek için iniyor
Bazen yalnız, bazen diğer kızlar var yanında
Kızlarlayken bakıyorum onlar konuşuyor
Fatima dinliyor
Kilo almaya başlamış yeniden
Makyajını artık baştan savma yapıyor
Belki haftalar
Belki aylar geçiyor
Artık göresim de yok çok onu
Her görüşümde içim eziliyor
Oysa bir sabah yollar yeniden kesişiyor
O artık bambaşka görünüyor
İçindeki meşale yeniden tutuşmuş gibi
Meşalenin alevi hem onu
Hem bizi aydınlatıyor
Sonra sonunda bambaşka
O bildik güzellik harmanlanmış olgunlukla
Konuşurken capcanlı
Yanındakine açlıkla bakıyor
Kılkuyruk esmer bir çocuk o da
İnsan inanamıyor, ciddiye alamıyor
Neyse ki
Işıldatan aynı zamanda ışıldıyor
* * * *
“Belli bitmemiş bu iş” dedi bilmiş küçük kız
Kanepede yanyana oturuyorduk
Baş hareketinden radyoda çalan şarkıyı
Kastettiğini anladım
“Giden kaybedendir” diyordu Bengü
“Gittin kaybettin
Bir şehir yakınıma bile yaklaşma…”
“Nereden anladın?” dedim ufaklığa
Baksana adamı istemiyor artık
Kendi yoluna gitmiş
Hayatını yaşıyor
Üstelik de fıstık gibi Maşallah
Adama bak bir de
Paçavraya dönmüş
Acıklı acıklı bakıyor
“Bitmemiş bu iş” dedi küçük kız
“O kız o adamı hala çok seviyor
Baksana, hala nasıl kafasında onunla yatıp kalkıyor
Sabah akşam içinden onunla konuşuyor
Kayıtsız filan değil
O ağır sayfa hiç çevrilmemiş
Sabah akşam kavrulmalarda belli
Rasyonel yalanlama dönemine geçmiş”
“Peki, ne zaman bitecek sence?” dedim
Ufaklık belki de haklı
Düşünmeden yanıtladı:
“Başka şarkılar söylemeye başladığında…”
* * * *
“Çok yeni henüz
Daha birbirimizi pek tanımıyoruz
Hızlı gittim ben çok
Üstüne fazla düştüm
Ama ne yapayım
Çok güzeldik beraber
Birbirimize uyduk
Soluksuz konuştuk
Yedik, içtik, gezdik
Zamanın nasıl aktığını hiç fark etmedik
Sıkılmadık, garipsemedik
Dünyayı onun yanında unuttum
Sonra gitti
Aramıyor
Evlenelim demiyorum ben de
Ama insan bir hal hatır sorar
Seni düşündüm bu sabah uyanınca, der mesela
Ya da gözlerine bakmayı özledim
Diyen bir mesaj atar
Bir sonraki buluşma için plan yapar
Hiç olmadı hayal kurar
Ama tık yok adamda
Ben dürtünce de
Dün bir bugün iki diyor
Ama bir harikaydı
İki desen, muhteşem
Nasıl oluyor da hatırlamıyor
Ya da unutmadığı halde dayanıyor
Yarın evlenelim demiyorum ben de
Ama umut veren bir temelin üstüne
İnşaata girişmemek niye?
Kolay bulunmuyor ki böylesi
Şanslıyız, farkında değil mi?
Üstelik sonsuz değil hayat
Bir yerden tutup ilerlemeli
Birinin elini tutup ilerlemeli
Düşün düşün deli olacağım
Uyanık bir adam da üstelik, duyarlı, zeki
Mantıklı bir seçenek olduğunu görmüyor mu?
O ve ben yani
Muhteşem olacağımızı hissetmiyor mu?
Alem gördü, anladı
Onun kafası karışık, kumlarda
Koşalım demiyorum ben de
Gıdım gıdım ilerleyelim tamam
Ama durmayalım
Ama geri adım atmayalım
Yok ama ben anladım
Üstüne gidince ürküyor bu erkek milleti
Mesafe koyacaksın
Ben de sessiz kalacağım
Beklesin ki ararım
Bakalım ne olacak
Tövbe yanaşmayacağım
Ağırdan satacağım
Hem neyim eksik ki gerçekten
Sen çok haklısın”
Ayrılırken arkasından bakıyorum
Adım gibi eminim
Arayacak
* * * *
Aşık hallerimiz
Çelişkilerimiz
Bile bile ladeslerimiz
Çok tatlı
Çok acı
Çok gerçek
Tutmayacağımızı bile bile
Kendimize verdiğimiz sözler
Kırılganlığımızda yüzmek
Geçmişi şimdiki zamanla toplayıp
Geleceği eksiltmek
Çok tatlı
Çok acı
Çok gerçek
Kendi kuyumuzu kazışımız
Kendi muz kabuğumuza basıp tepetaklak oluşumuz
Özlemekten bitap düşüp sızdığımız geceler
Soluk alamayacağımızı sanarak uyandığımız sabahlar
Rüyalarımızın yüzümüzde patlayan tokatları
Masum objelerin anı yüklü gaddar kahkahaları
Kokuların saçımızdan sürüyüp
Zaman tüneline taşıyışı ruhumuzu
Çok tatlı
Çok acı
Çok gerçek
Kimsenin görmediğini, bilmediğini sanıyoruz. Kendimizden bile sakladığımızı afişe edemeyeceğimize inanıyoruz. Biz kendi iç sesimize kulak vermez, yüreğimizden saklanırken, etrafımızdakiler bizi tövbe okuyamaz, çözemez sanıyoruz.
Çok ama çok yanılıyoruz.
Brüksel, Nisan 2014
Harikasın tek kelime ile devam et öpüyorum seni bağrıma basarak..
Çok çok teşekkürler… Sizin de gönlünüze sağlık….