Doğduğum andan itibaren…

IMG_3261

Aklınıza pek gelmeyecek bir mekanda, havaalanında, minimalist bir sanat buluşması bu…

Uçaktan indiniz. Valizinizi kapıp hedefiniz olan şehrin merkezine ulaşmaya odaklandınız. Taksiler doksan avro istiyor diye hiddetlenip anında çevreci damarınızı kabarttınız. Toplu taşıma sağolsun; tren alternatifine sıcak bakıyorsunuz.

Okları takip edip alt kata indiniz. Araba kiralamak için kuyruğa giren yolcuların yanından hızlı adımlarla geçtiniz. Siz önde küçük kırmızı tekerlekli valiziniz arkada ilerliyorsunuz.

Trene bir kala ara bir salonda buluyorsunuz kendinizi. Alice Harikalar Diyarında sözleri geliyor aklınıza. Bir müzeden kaçıp kendini buraya entegre etmiş gibi duran mekan biraz gerçek biraz sahici.

Solunuzdaki ekranda yürüyen yolcuların arkadan gösterildiği bir yerleştirme var, sağınızda başka bir sahne. Kalan kısım simsiyah, ortadan serin bir duman üflüyor. İçinden yürüyüp geçmek mümkün.

Şaşırıyorsunuz şaşırmasına ama durmuyorsunuz bile. Aklınız her yirmi dakikaya bir kalkan trene yetişme derdinde. Sabah dört buçukta kalkmışsınız, altı buçuk uçağında az kestirmişsiniz, bu şehirde otuz saatiniz var. Sanatın gücü dahi tutamaz sizi, şehre doğru koşuyorsunuz gözünüzün çapağıyla.

Otuz saat kadar sonra peşinizde aynı tekerlekli valiz, üstünüzde biraz daha özenli seçilmiş bir elbise ve dün gece uykusunu almış yüzünüzdeki hafif makyajla aynı salondan bu kez ters yönde geçiyorsunuz. Son otuz saatte tarihe ve estetiğe bulandınız. Sanat kokan sokaklarda gezdiniz, tasarım harikası objelerle bakıştınız. Özeni gördünüz. Aşkla yeniden tanıştınız.

Sakin sokaklarda kendiliğinden yavaşlayan adımlarla yürüdünüz. Olgun bir incirin özenle dörde kesilmesine şahit oldunuz. Sabah kahvaltınızı canlı klasik müzik eşliğinde yaptınız. Sabah kahvenizin yanına iliştirilen ikram kurabiye sıcacıktı ve tarçındı buram buram.

Önceki akşam Duomo’ya karşı iki saat hareketsiz oturdunuz. O anlattı, dinlediniz. Sizin konuşasınız yoktu, sessizce kaydettiniz. O iki İtalyan genç galerilerde çarptı gözünüze.

Çocuk tertemiz ütülü bir gömlek ve kumaş pantolon giymişti. Kızın uzun siyah saçları gür ve dalga dalga düşmüştü omuzlarına. Gözleri birbirinden hiç ayrılmadı, gülümsemeleri öylesine genç ve açtı. Portakal sularını ağır ağır yudumladılar. O gördüğünüz de araftı, perdeyi açıp içine süzülmek istediniz.

Fırtına koptu sabah erken. Yağmur, gök gürültüsü tüm ihtişamlarıyla geldiler. Önceki akşamın durgunluğu yanıltıcıydı belki. Kuzey sert yüzünü anımsattı. Düş mü gerçek mi bilemediniz.

Güneş açtı sonra. Azar azar ve zamanla okşayıp ısıttı meydanları. Asırlık binaların kapıları o yorgun gıcırtıyla açıldı. Avlular el ettiler arkalarından. Çabasız ve mağrur keşfedilmeyi beklediler.

Otuz saat kadar sonra yine havaalanındasınız işte. Peşinizde aynı tekerlekli valiz, üstünüzde biraz daha özenli seçilmiş bir elbise ve dün gece uykusunu almış yüzünüzdeki hafif makyajla aynı araftan bu kez ters yönde geçiyorsunuz. Eşikte bir an durup olur da biri bir an mola verir de bakarsa diye yazılmış o açıklamayı okuyorsunuz: “doğduğum andan itibaren şu ana kadar attığım her adım beni bu dakika, buraya getirmek içindi”.

Gözleriniz doluyor. Solunuzdaki sahnede ilk geçişinizde varlığını bile hissetmediğiniz sunumu izlerken. Arkanızda beş yaşlarında bir kız çocuğu üç tekerlekli bir bisiklet üstünde durmadan dönüp sevinç çığlıkları atıyor.

Yolculuklar gençleştirir yüreği. Yolculuklar büyütür. Sorgulamalar biter, olunur.

Gezgin doğaya ve tarihe dokunur. Sanatın ihtişamında titrer. Yeniden, yeniden aşık olur.

 

Milan – Brüksel, Eylül 2015

Leave a Reply

Fill in your details below or click an icon to log in:

WordPress.com Logo

You are commenting using your WordPress.com account. Log Out /  Change )

Facebook photo

You are commenting using your Facebook account. Log Out /  Change )

Connecting to %s