Mektup

mektup

SMS çağına doğanlar mektuplarda gizli büyüyü bilmiyorlar. Sevdiklerinin el yazısını tanımadan yaşıyorlar aşkı. Bir A4 kağıt nasıl ikiye katlanır, ondan nasıl önlü arkalı dört sayfa yapılır haberleri yok. Oysa sağ üst köşeye tarih atarsın mesela herşeyden önce, sonra bir hitap düşünürsün, hem sevgi dolu olsun, hem orijinal diyerekten… O sözün kağıda dökülüşünü izlersin sessizce.  Onun adı geçiyorsa içinde, tam da o kelimeyi yazarken titrer yüreğin ve kalemin. Virgülü koyar biraz beklersin satırbaşına akamadan.

Sonra yeniden başlarsın yazmaya, tehlikesi olmayan kolay konulardan bahis açarsın. Yazın ürkek ama düzgün ve okunaklıdır; noktalama işaretlerine dikkat edersin. İlk paragrafı kesik kesik solumak gibi düşüne düşüne yazarsın, bir ileri bir geri gidersin bazen. Havadan sudanla başlayayım derken yavana teğet geçiyorum diye hırpalarsın kendini. Karalarsın yazdıklarının üstünü. Sonra bu müsvedde olsun çok çirkin görünüyor, sonra temize çekerim nasılsa dersin.

İkinci paragraftan itibaren akarsın artık. Laf lafı açmaya görsün yazın da değişir. Harflerin büyür ve yuvarlaklaşır, kuralları çiğnemeye de başlarsın. Çok heyecanlıysan bazen düz çizgiyi dahi tutturamazsın, satır sonlarında tepeye tırmanır sözcüklerin. Yüreğin de yükselir onlarla birlikte. Özlemişsindir onu.

Kendinden bahsedersin önce, neler yaptığından. Okuduğun kitaplar vardır hayatının göbeğinde, izlediğin oyunlar, yeni çıkan kasetler. Sonra Cuma akşamları CSO konserleri, arkadaşlarla hareketli Cumartesi geceleri, ODTÜ kampüsünün çayırlarından ve dersliklerinden son haberler. Bazen bu anlattıkların yaptıklarından çok içindeki boşlukları açığa vurur. O kitabın üçüncü cümlesinde seni düşündüm demek istersin, konserde keşke yanımda sen otursaydın o akşam ve elimi tutsaydın, o gece partide en sevdiğim şarkı çalarken keşke seninle dans ediyor olsaydım… Sensizlik canımı acıtıyor demek istersin. Bazen dersin, bazen diyemezsin. Satır aralarından sezsin istersin. Sezer mi hiç bilemezsin.

Ona da sormak istersin: ne yapar, kimlerledir, seni düşünür mu ara ara? Bir yanın hayatını yaşamasını, yeni dünyaların keyfini çıkarmasını ister. Bir yanın yeniliklere çok dalar da buraları unutur mu, hatta döndüğünde beğenmez mi diye korkar. Onu boğuyor gibi görünmek istemezsin, zaten boğmak da değildir niyetin. O özgür olsun, kendi seçimini yapsın ama o seçim illa sen ol diye beklersin.

Bunları düşünürken kafanda nasılsa kurduğun bir dengeyi yansıtan satırlar döşersin kağıda. Bazen yarım sayfan kaldığını hayretle görürsün, oysa diyeceklerin bitmemiştir. İkinci A4e geçmek adamı kasar diye düşünürsün. Çaresiz gibi görünmemek lazım, üstelik onun dışında bir hayatın olduğunu da görmeli. Dozunda bırakalım Denizcim der, kendini ikna edersin.

Son paragraf önemlidir ama, hem akla hem kalbe hitap etmelidir, özgün olması ve illaki senden bir iz bırakması gerekir. Beynine çakılacak bir çivi, uzun zaman da orada kalacak bir iz. Sabah uyandığında zihninde sallanacak bir cümle, gece başı yastığa değdiğinde seni hatırlatacak bir fısıltı, belki bir umut geleceğe dair, çok net olmayan. Belirsiz, kışkırtıcı ve çekici. Hani şimdilerin “bizi izlemeye devam edin” mesajı gibi.

İmzadan önceki sevgi sözcüğü önemlidir, son paragrafın yenilikçi temasıyla uyum içinde olması gerekir. Aksi halde sırıtır, sahte izlenimi verir ve okuyanı buz gibi soğutur. İmzan zaten değişmez, etine dolgun ve tamamı küçük harflerle attığın deniz dalgaları gibi yükselen bu özgün desen adeta “ne kendimi beğenmişliğim var ne de dünyadan saklayacaklarım” der gibidir. O bunu bilir.  Sırf bunun için seni sevdiğini düşünürsün bazen.

Mektubun sonuna geldin. Müsvedde yaptıysan özenle temize çekersin yazdıklarını bir kez baştan sona okuyup son düzeltmeleri de ekledikten sonra. Temize çekerken de tüm dikkatine rağmen biriki küçük hata daha yapıverirsin, ufaktan karalarsın, o kadar kusur kadı kızında da olur misali. Sonra ikiye katlarsın mektubunu.  Zarfın içine kaydırırsın. Yolculuğa çıkmaya hazırlanan birinin valizini kapatmasına benzer bu duygu. Beden hala buradaysa da ruh yola düzülmüştür çoktan.

Bazen son anda bir ilham gelir, zarfın içine küçük bir ek de katarsın; bir kart üstünde bir alıntı, bir resim, bir şiir. Yalayarak kapatırsın zarfı, zamkın tanıdık ve nahoş tadı biraz mideni kaldırır. Ev yapımı bombamız hazırdır işte.

Zarfın üstüne onun adını yazarken yeniden hızlı çarpar yüreğin. Üstelik önüne “Sayın” yazıyorsun, ardına da onun soyadını ekliyorsun. Bu mecburi resmiyet halini niyeyse son derece baştançıkarıcı bulursun. Kendine şaşarsın. Pes yani Deniz!

Bir anlık zihin boşluğunu takiben kendine geldiğinde, adını zarfın sol üst köşesine mi yoksa arkasına mı yazsam diye bir iki dakika harcarsın. Fark eder mi isimlerinizin zarfın aynı ya da ayrı yüzlerinde durması? Hiçbir zaman emin olamadın bu konuda. O günlük seçimi iç sesine kulak verip yapar ve olayı noktalarsın.

İşlem daha bitmedi ama. Mektup elde postaneye doğru uzanma zamanı simdi. Pulun yoksa gidip gişenin önünde sıraya da gireceksin üstelik. Bütün bu süreç boyunca yazdıklarını, onun yazdıklarını okuyunca nasıl hissedeceğini, senin elinden çıkmış satırlara onun ellerinin ve gözlerinin değeceğini düşünmek için bol bol zamanın olur.

Kendine acısan mı gülsen mi bilmezsin. Yine de ışıldar için, gözlerin. Bedelini öder, mektubunu gişeye teslim edersin. Veda vaktidir, ürperirsin. En derin duygularının paketlendiği bu küçük hazineyi yabancılara geçici de olsa teslim ettiğin için yerli yersiz bir sızı duyarsın.

Postaneden eve dönerken hala aklındadır mektup. Yazmasa mıydım şunu, demese miydim böyle, aman çok mu açık oynadım kartlarımı diye hayıflanır durursun. Sonunda kendini de bezdirir, kısa devre yaparsın. Neyseki vitrinde güzel bir kıyafet takılır biranda gözüne, aklın anında kayar, kadınlık işte. Şimdi bunu annene göstereceksin heyecanla ama o sana “kızım ne var ki bunda bunca para verecek, ben sana aynısından dikerim” diyecek biliyorsun. Yine de…

Yolunun üstündedir madem, bir de Dost Kitabevine uğramak çeker canın. Kapısından girergirmez sarmalar seni bu tanıdık mekan. Yeni çıkmış yayınlara dalarsın hemen, gönlünün kaydığı birini satın almak planıyla. Dükkanda sakin bir huzurla gezinir, kitapları karıştırırken fonda çalan şarkıyı mırıldanır, ara ara da sevgilileri gözetlersin kıskanç bir merakla.

Dost’un çıkısında soğumuştur hava, karnın da acıkmış, hissedersin ansızın. Kestane kokuları gelir burnuna, eve doğru yürürken adımlarını sıklaştırırsın. Annem ne pişirmişti diye düşünürsün, akşam TV de ne var (çok kanal olmadığından kolaydır bu sorunun yanıtını bulmak.)

Apartmanın girişinde ister istemez gözün sol duvardaki posta kutularına kayar. 14 numarada gizli iki zarf görürsün; yüreğin kabarır. Telaşla çantana dalarsın, herşey çıkar çantandan bir türlü anahtarı bulmazsın. Çıldırır, bazen küçük bir çığlık bile atarsın o sinirle. Yanından komşu Rıza Amca geçmektedir o sırada, hal hatır sormak icap eder. Gerekeni yaparsın da aklın uzayda, bilincin yörünge dışındadır.

Posta kutusu açılır, mektupları iştahla kaparsın. “Hadi hadi nolur lütfen” tarzı bir yakarış dökülür dudaklarından. İlki babana gelmiş. Soluğunu tutarsın. Ötekisi senin. El yazısı haykırır adeta, yüreğinde yankılanır. Yazmış, hem de senin mektubunu beklemeden. Bacakların eridi sanırsın. Zarf sana bakar, sen ona. Kımıldayamazsın. Avcunda yangın çıkmıştır.

Antalya, Aralık 2012

1 thought on “Mektup

  1. gençlik dönemlerindeki en önemli mektuplar, bu kadar iyi anlatılabilir. eminim bu yazıyı okuyan herkes geçmişe yolculuğa çıkmıştır.

Leave a Reply

Fill in your details below or click an icon to log in:

WordPress.com Logo

You are commenting using your WordPress.com account. Log Out /  Change )

Twitter picture

You are commenting using your Twitter account. Log Out /  Change )

Facebook photo

You are commenting using your Facebook account. Log Out /  Change )

Connecting to %s