Özgür Kahramanım

totoshazal

Totoş Teyzem ve arkadaşları üniversite yıllarında bizim Kocatepe’deki evde hem ders çalışır, hem de bana göz kulak olurlarmış. Rivayete göre, ben bir yandan pencereden etrafı kolaçan eder, diğer yandan da yüksek fizik kitabını karıştırırmışım üç yaş bilgeliğimle.

Annem o yüzden mühendis olduğumu düşünür hala. Bense o zamana ait berrak bir hatıraya sahip olmasam da, teyzemin yaşamımın ilk günlerinden itibaren benim için örnek alınacak bir model ve olağanüstü bir ilham kaynağı oluşturduğuna bütün kalbimle inanırım.

“Totoş” dedemin teyzeme çocukluğunda taktığı bir lakap aslında. Ancak bu isim gerçek adını sollayıp geçmiş ve bütün hayatı boyunca peşinden gelmiş nasılsa. Ona da çok yakışıyor bence çünkü sevecenlik çağrıştırır Totoş, sonra yalındır, en önemlisi, yüreğe yakındır, tıpkı sahibi gibi.

Evet çocuktum, üstelik tek çocuktum ve teyzem benim rakipsiz kahramanımdı. Annem ve babamla aramda bir uçurum gibi duran yaş farkını hazmedilir hale getiren en büyük etkendi o. Ebeveynlerimin hoşgörülerinin sınandığı, enerjilerinin tükendiği anlarda hızır gibi yetişirdi. “Öteki nesil” tarafından anlaşılamadığıma kanaat getirip şiddetli varoluş krizlerine sürüklendiğim dönemlerde bazen evden kaçar ona sığınırdım. Ateşimi alır, sakinleştirdi beni. Kuşak çatışmalarımızın er meydanında hep cesaretli ve maharetli bir uzlaştırıcı rolü oynadı. Her zaman barış ilanını sağlayamasa da önemli ateşkeslere ön ayak oldu.

Çocukluğumda etrafımdaki yetişkin bayanların çoğu ev hanımıydı. Diğer teyzelerim, halalarım, apartman komşularımız, aile dostlarımız… Annemse evlenene kadar çok zevk aldığı bir görevde çalışmış ama o zamanlar adet olduğu üzere, nikah ertesinde babamın önerisine kulak verip evinin kadını olmuştu. Hemen arkasından da ben dünyaya gelince öncelikleri değişivermişti.

Ama bana kalırsa annem iş ortamını fena halde özlüyordu. Ailesini ne kadar bağlı olursa olsun, mesleğini bırakmış olmaktan dolayı bir eziklik duyuyordu içinde. Bana ısrarla başarılı bir iş kadını olmamı öğütlediği söylevlerinde kırık dökük bir pişmanlık sezerdim. Annem için burulurdu içim haliyle ama hemen ardından da geleceğime dair parlak hayallere kaptırırdım kendimi.

Fantastik meslek seçenekleri üstünde yıllarca derinlemesine düşünmüşlüğüm vardır. Bunların bazılarından bahis açtığımda annemle babam ürkerlerdi bazen, çocuk aklını kaçırmış diye. Totoş hepsini telaşsız bir ilgiyle dinlerdi, ve alternatifleri objektif olarak değerlendirmeme yardımcı olurdu. Bazılarıyla ilgili toz pembe varsayımlarımı önüme serdiği kanıtlarla usulca çürüttü. Avantajları kadar zorluklarını da göstermek istiyordu mesleklerin. Bu karar çocuk oyuncağı değildi. Sonunda seçilen sadece bir isim, bir ünvan değil bir hayat biçimiydi çünkü.

Totoş TEK’te görevliydi o sırada, “nükleer fizik”, “santralar”, “projeler” geçiyordu konuştuğunda cümlelerinin içinde ve kulağa müthiş heyecanlı geliyordu bu konular. Dahası şahane bir ekipleri vardı, hem ahenkle çalışıp gani gani üretirler, hem de ziyadesiyle eğlenirlerdi. Teyzemin arkadaşlarının da en az onun kadar zeki ve istisnaî yaratıklar olduklarına inanırdım. Ne kadar uzun yanlarında kalabilirsem, bana da o kadar erdem bulaşır diye düşünüyor, peşlerinden ayrılmıyordum.

Totoş yolunu çizmişti ne hoş. Kendisi gibi güzel insanlarla çevrili bir ortamda, sevdiği işi yaparak başı dik, kafası rahat yaşıyordu. Entelektüel bir kişiliğe sahipti, siyasetle, sanatla, hatta inanmazsınız futbolla bile ilgileniyordu. Kapıları, pencereleri ardına kadar açıktı dünyaya. Bekardı sonra. Canının istediği gibi gezip tozabilir, seyahat edebilirdi. Dinamik bir sosyal hayatı vardı zaten. Şık kıyafetlerine alımlı takılarına özenirdim hep. Tarz sahibiydi. Kendine güvenliydi, girdiği ortamları aydınlatırdı.

Küçükken elimden düşürmediğim bir fotoğrafı vardı. Bir teknenin güvertesinde tek başına ayakta duruyordu, arka planda dalgalar. Üstünde rahat bir gömlek, ayağında kot pantolon, düz pabuçlar. Tek eli cebinde yüzünde sahici bir gülümsemeyle bakıyordu objektife, saçları hafiften dağılmıştı rüzgarda. Bu resme tapardım çünkü hür olmak vardı içinde denizler kadar, kendi ayakları üstünde durabilmek sapasağlam. Yeni ufuklara doğru korkusuzca yelken açmak…

Totoş zaten en başından beri özgürlüğün tanımıydı benim için.

Ben ilkokuldayken o iş için bir süreliğine ABD’ye gitti. O saate kadar yakın çevremde kimsenin eline böylesi bir fırsat geçmemişti, bir erkeğin bile… Totoş’un Amerika kıtasına ayak basması benim için en az ayın keşfi kadar baş döndürücü bir fenomendi. Connecticut eyaletinde geçirdiği aylar boyunca sağolsun beni habersiz bırakmadı. Oradaki hayatından esintiler taşıyan mektuplarını ezberleyene kadar okurdum tekrar tekrar. Özene bezene seçip sevimli el yazısıyla donattığı Hallmark kartlarıyla da ilk o devrede tanıştım. Gerçek bir hazine gibi saklardım onları ve uyumlu renkli zarflarını.

Elime nasıl geçmiş bilmem, bir beş dolarlık bir servetim varmış o yıllarda. ABD’ye giderken şatafatlı bir seremoniyle Totoş’a takdim etmişim, bana oralardan bir hediye getirirsin diye. Babam gülmekten ölmüş ama çaktırmamış bozulacağım diye. Ben yatıyorum kalkıyorum “acaba teyzem bu beş dolara ne alacak bana?” diye düşünüyorum. Hayalgücüm sınır tanımıyor. Totoş da sağolsun değişik seçenekleri değerlendirdiğine dair satırlar düşüyor mektuplarına, merakımı kamçılıyor.

Fakat bir ara -niye bilmem- teyzemden haber alamadık. Önce aldırmadım ama sonra fena bozuldum, ardından da Totoş’a bir şey mi oldu diye endişeye kapıldım. Ama tek çocukluk garip bir ruh hali, içimiz arabesk olsa da dışa vuruşumuz dikbaşlı çoğu zaman. Şöyle bir şiir döşenmişim ben de teyzeme:

“Aldın beş dolarımı
Nerelere uçurdun
Yoksa bir şey mi aldın?
Ne de hayırsız çıktın.

Mektup gelmez kaç gündür
Nöbet tutarız kutu başında
Ne de hayırsız çıktın
Sen sen ha…”

Totoş’un birkaç mektubu üstüste geldi sonra. Postadaki bir tıkanıklıktan ibaretmiş durum. Tabii benim şiir olayı dillere düştü. Yıllar sonra bile hala aile sohbetlerinde temcit pilavı gibi önüme sürülür hain gülüşlerle.

Küçüğüm filan ama ciddi bir edebiyat canavarıyım o sıralar ve deneysel sanatçı ruhumla şiirden hızımı alamayınca romana vermişim kendimi. Ve ilk romanımın iki bölümünü hemen Totoş’a yolluyorum, acilen yorumlarını almak için.

Geçmiş zaman, detayları unuttum tabii ama romanda ikisi erkek ikisi kadın dört genç karakter olduğunu ve bunların niyeyse Paris’te yaşadıklarını hayal meyal anımsıyorum. Nereden aklıma gelmiş bu şehir hiçbir fikrim yok, havalı gelmiş olmalı, Avrupai bir dokunuş katmak istemişim herhalde yapıtıma…

Totoş’un yanıtında anlatımım ve betimlemelerim üzerine yüreklendirici birkaç güzel söz var. Sonra ama şöyle sormuş: “Neden hiç tanımadığın bir şehirde yasayan kültürünü dahi bilmediğin insanlar üzerine yazmayı tercih ettiğini merak ettim. Yakın çevrenden, içine kendi gözlemleri de kattığın hikayeler anlatmak istemez misin?”

Önce bu yorumunu çok demode buluyorum, yani ne diyor ki teyzem, bir yanda anlı şanlı “Paris”, diğer tarafta bizim uyuz “Ankara”… Mukayese bile kabul etmez! Kulakardı ediyorum eleştirisini ama tahmin edersiniz ki romanım ikinci bölümde tıkanıyor ve sonlanamayan edebiyat denemeleri mezarlığındaki yerini alıyor tez zamanda.

Bir gün geri geldi teyzem elinde beş dolarımla. Bakınmış bakınmış, koca Amerika’da yeğeninin kıymetli beş dolarına layık hiçbir şey bulamamış. Ama bana bir sürü hediye getirmiş onun yerine…

Totoş iki kez ABD, bir sefer de Avusturya olmak üzere üç sefer yurt dışında ikamet etti benim çocukluk dönemim sırasında. Oralarda gezelemeye devam edecek herhalde diyordum çünkü teyzem başına buyruktu. Yabancı dil biliyordu, çalışkandı sonra, aklına koyduğunu gerçekleştirirdi. İletişimi kuvvetliydi, kendini anında sevdirirdi. Tüm bu özellikleri sayesinde de kapılar ardına kadar açılırdı önünde. Kimbilir kimler neler çağırırdı onu iştahla, hevesle.

Ama o ne yaptı? Döndü geldi Türkiye’ye.

Doğrusu çok anlamadım bu seçimi ama kendi adıma ona kavuştuğum için ziyadesiyle mutluydum ve bu keyfin tadını çıkarmaya koyuldum hemen. Çok sonraları anladım bu önemli kararında aile bağlarının ağır bastığını, birilerinin yüreğine kuvvet olmak için koşup geldiğini.

Teyzem darda kalan aile fertlerinin imdadına yetişen oldu daima, hepimizin destekçisiydi. Dertlerimizi hep can kulağıyla dinledi, yıkılanları toparladı, hastalarımıza şefkatle baktı, çocuklarımızı aşkla yetiştirdi. Hatta sevdiklerini ortada bırakmamak adına riskler aldı, kendi hayat tarzında ciddi değişiklikler yapmaktan çekinmedi.

Gördüklerim, yaşadıklarımız beni her geçen gün onun benzersiz bir insan olduğuna daha da inandırdı. Yalnız bazen, itiraf ediyorum, bu verici yüreği tutsak mı ediyor onu diye düşündüm. Ya da bizler, o en çok sevdikleri, kısıtlamalar mı getiriyorduk istemeden yaşamıma, kararlarına? Kahramanın özgürlüğüne tehdit miydik yoksa bu anlamda?

Totoş Türkiye’ye temelli döndükten sonra yaşamımın göbeğine yerleşti ve orada ışıldamaya devam etti. Beraber ders çalıştık beyaz gecelerde, uzun sohbetler ettik, sinemalara, tiyatrolara taşındık heyecanla. Onun okuyup bana verdiği romanları yalayıp yuttum. İlk esaslı İstanbul gezimi onunla yaptım. İlk frambuazlı pastayı teyzem yedirdi bana, ilk capuccinoyu o içirdi Taksim’deki şık kafede. Kendimi masal kahramanı gibi hissediyordum.

Üniversite yıllarımda bütün maceralarımı sabırla dinledi. Fırtınalı aşk hayatımı belgesel izler gibi meraklı ama tarafsız bir hevesle takip etti. Arkadaşlarımla tanıştı, kısa zamanda onların da Totoş’u oldu. Son sınıftayken okula niye sabolarla gittiğime bir türlü akıl sır erdiremiyordu ama bunu da “fazdır, geçer” yaklaşımıyla hoşgördü. Nitekim geçti, şimdi yüksek topuklar üstünde salınan halime bakıp “artık mucizelere inanıyorum” diyor sadece.

Sonra benim Amerika yıllarım geldi. Teyzemin izinden gidiyorum diye ayrıca gururlanıyordum. Orada yüksek öğrenim yaptığım yıllarda benim için hem bir güvence hem de ödül niteliğini taşıyan ilk kredi kartım da onun hediyesidir. El altından bir ek gelir yaratmıştı bana bu yolla; bursumla ancak kıt kanaat geçinebildiğimden haberi vardı tabii. En doğru yerlere yapılan haklı harcamalara kullanmaya çalışıyordum bu gizli ödeneği. Aklımda hala o meşhur beş doların hikayesi…

Bir sefer doğum günümü de bahane ederek biraz torpil yaptı bana. Boston’a arkadaşlarla buluşmaya gideceğimi de duymuştu, biraz soluklanayım istedi sanırım. Öğrenci bütçesi belli, mütevazı lokantalarda yerdik genelde. Kalan parayı da sergilere, konserlere, tiyatrolara harcardık. O kasım ayında Totoş sayesinde bir istisna yarattık.

İki arkadaşımı popüler bir İtalyan lokantasına davet ettim. Rüya gibi bir yemek yedik. Makul fiyatlı bir şarap söylemiştik temkinle. O kadar keyifliydik ki kabımıza sığamadık, yandaki masadaki toplulukla muhabbete başladık. Onlar bizden yaşça büyük insanlardı fakat gençlerin enerjik sohbetinden zevk almışa benziyorlardı. Muhabbet kesilmesin diye ikinci şişe şarabımızı da onlar ısmarladılar. Kendimizi sapına kadar yetişkin hissettik. Tadına doyulmayan bir akşamdı, unutulmaz bir doğum günüydü. Tam çıkarken bir de “arada buraya Robert de Niro da gelir” demezler mi? Tanışmış kadar oldum, teyzem sayesinde…

ABD’de ikametim iki sene sürdü. Diplomamı alıp döndükten hemen sonra orada tanıştığım Amerikalı arkadaşım Lizz Türkiye’ye ziyaretime geldi. Ailecek onu Ankara’daki evimizde ağırladık, gezdirdik, dostlarımızla tanıştırdık. Totoş bu aktivitelerin parçası olmakla kalmadı, arkadaşımla bana harika bir tatil imkanı da sundu. Üçümüz Pamukkale, Kuşadası, Efes, Bodrum, İstanbul derken epey bir gezdik. Ben hem ülkemle hem teyzemle hasret giderdim, Lizz yakışıklı bir Türk erkeği bulsa yerleşecekti Türkiye’ye, o derece evinde hissetti kendini.

Geçen sene yollarımız yeniden kesişti Lizz ile, ABD’deki üniversitemizde hoca olmuş, orayla anlaşması olan Lüksemburg’daki bir okula bir dönem ders vermeye gelmiş. Brüksel’in bu denli yakınına varınca da beni aramış. Kavuşma faslını takiben ilk sorusu “Totoş nasıl?” oldu.

Evlenip Belçika’ya taşındıktan sonra ailenin diğer fertleriyle olduğu gibi teyzemle de yüzyüze görüşme fırsatımız azaldı ama haberleşmeye devam ettik. Buradaki yıllarımın iniş çıkışlarını yalnız takip etmekle kalmadı, benimle birlikte yaşadı. Sayısız sevdiğimizi hastalıklara ve kazalara kurban verip ardı ardına yitirmemize sahne olan bu son yirmi yıl içerisinde ailecek sarsıldık. Yıl ve yas devşirdik zamandan birlikte ama elimi hiç bırakmadı Totoş ağırlaşan yüküne rağmen. Güzel haberler, tatlı sürprizler de oldu neyseki arada ve biz onları hiç es geçmedik. Yaralarımıza rağmen, yaşamın armağanlarını usulünce kutlamayı ihmal etmedik.

Gurur ve minnetle söyleyebilirim ki, beni bugüne taşıyan bütün adımlarımda teyzemin izini bulabilirsiniz. Üstelik bir kez bile “senin yerinde olsam” demeden beni bunca etkilemeyi başarmıştır. O zaten kendi doğrularını empoze etmeye çalışmaz ki hiç. Sadece sağlam ve tutarlı duruşuyla örnek olur. Sevgisiyle boğmadan besler. Siz de o arada kendi yolunuzu bulursunuz.

Çocukluk kafam özgürlük duygusunu hep eyleme bağlamıştır. Zincirleri kırmak vardır içinde, köprüleri yakmak, terk etmek, uzaklaşmak, yeni ufuklara doğru açılmak. Oysa insan bütün bunları yerinden kımıldamadan da yapabilir isterse. Çocuk aklımla kaçırıp bugünkü gözlerimle gördüğüm de budur işte. Evet belki çekip gidebilecekken kalmayı tercih etmiştir teyzem. Ama gerçek özgürlük de bu değil midir zaten? Gönlündekileri seçmek, hatta onlara rağmen bazen.

Teyzemin de insanları vardır çok sevdiği, memleketi vardır ciddiyetle önemsediği, ve yuva bellediği mekanlara ait alışkanlıkları. Hiçbirinden geçmez. İnsanları bazen kırar döker onu. Hep alıcı olmaya alışmışlar vardır aralarında, vermeye gelince kesilir solukları. Memleketin gidişatı da endişelendirir onu, üzer hatta öfkelendirir bazen.

Yine de sabah keyif çayını alıp koltuğuna kurulmayı sever. Günlük gazeteleri gözden geçirirken dışarıdan gelen aşina sokak sesleri çalınır kulağına. Bir simitçi geçer şarkısıyla, bahçede oynayan komşu çocuklarının kahkahaları yükselir mavi gökyüzüne. Telefon çalar, dost bir ses şakımaya başlar ahizenin öteki ucunda. Gün büsbütün aydınlanır.

Kırk dört yılını geride bıraktım yaşamımım. Totoş hala en özgür kahramanım.

totos

Brüksel, Şubat 2013

3 thoughts on “Özgür Kahramanım

  1. Meğer ben neymişim çok sağol yazdıkların için.. Altıncı hismi bilmem ama bu yazıyı okumaya başlayınca senin 5 doların hesabını soran mektubun geldi aklıma ….vede ilerleyen satırlarda senin yazdıkların.
    Hemen yukarıda Çağrı nın bir yorumu var Totos sen, Sen Hazal gibi diyor bencede dogru roller değişti artık Hazal ın Özgür Kahramanı da sensin ne mutlu banaki senin gibi birine ışık olmuşum sende bu ışığı hazal aktarıyorsun. Darısı hazala

Leave a Reply

Fill in your details below or click an icon to log in:

WordPress.com Logo

You are commenting using your WordPress.com account. Log Out /  Change )

Facebook photo

You are commenting using your Facebook account. Log Out /  Change )

Connecting to %s