Kuzeye gidiyordun sen. Önüne biranda dikildi o duvar. Neye uğradığını şaşırdın önce. Bembeyazdı; kör edici beyaz, lekesiz, pürüzsüz. Ufuk çizgisini göremez oldun, yolunu kaybettin. Önce durakladın, sonra düpedüz donakaldın. Ne böyle yoktan varoluşunu, ne de hükümran duruşunu hazmedebildin.
İlk şaşkınlığı üstünden atınca bir nebze olsun toparlandın, karşı saldırıya geçtin. Yumrukladın, tekmeledin duvarı. Ellerin kanadı, diz kapaklarında şişlikler… Onu delip geçemezsem de içine işleyeyim bari diye tırnaklarınla çehresini tırmalamaya koyuldun sonra. İğneyle kuyu kazmak gibiydi. Saatlerce debelendin, tırnakların kirece bandı, dipleri beyaza çaldı, dışları morardı.
Nefes nefese kaldın, kalbin dolu dizgin atıyor, dizlerin dermansız. Duvar bana mısın demiyor. Hıncından bitkinliğini hissedemiyorsun. Deşmeye çalışıyorsun o kireç kaplamayı, onun ardında saklananın gerçek yüzünü görmek istiyorsun. Sana engel çıkaranın, seni amacından saptıranın ne derdi var seninle bilmek istiyorsun. Saatlerce kazıyorsun, bir arpa boyu yol gidebiliyorsun…
Önüne bu duvar peydah olmadan önceki hayatın geliyor aklına. Kuzeye varınca gerçekleştireceklerin üzerine kurduğun hayaller. Hepsini tıpkı çocukluğunu özler gibi özlüyorsun. Hiçbirinin -aynı çocukluğun gibi- geri gelmeyeceğini biliyorsun. “Haksızlık!” diyorsun, isyanlardasın. “Belki bir kabus bu, uyanacağım!” İnkarlardasın.
Sonra kendinle sert söyleşin başlıyor, aklında biten soruların ardı arkası kesilmiyor:
“Ben ne yaptım, neyi yanlış yaptım?”
“Kimi kızdırdım, düşman ettim kendime?”
“Hangi işaretleri görmedim ya da doğru değerlendiremedim?”
“Derinlemesine inceleyim derken bir konuyu, diğerlerini tamamen mi es geçtim?”
“Kendimi uyanış içinde tomurcuk yüklü bir ağaç sanırken aslında içten içe körleştim mi?”
“Dengeleri mi tutturamadım?”
“Saf mıydım?”
“Belki kullanıldım.”
* * * *
Sorular seli seni kuş kanatlarına kondurmuş, yakın geçmişinin üstünde uçuruyor. Böyle yukarıdan bakınca gölgesiz sandığın yaşamında irili ufaklı karartıların varlığını görüp ürperiyorsun oracıkta. Tıkır tıkır çalıştığını düşündüğün yaşam düzeneğinin içinde bakmışsın tıkanık bir boru, kulbu kırık bir çanta, boyası dökülmüş bir sehpa… Dolabın arkasına kayıp düşmüş ve orada unutulmuş bir kağıt parçası sonra. Alıp okuyorsun hemen; bilmediklerin. Tanıdık kişiler görüyorsun derken, köşeye çekilmiş fısıldaşıyorlar. Yüzleri bu kadar aşinayken, sözleri nasıl bu denli yabancı olabilir diye düşünmeden edemiyorsun.
Yalpalıyorsun öğrendiklerinin ışığında. Artık kuzeye gitmenin senin için doğru seçim olduğundan bile emin değilsin. Seni o yöne gitme kararını vermenin eşiğine getiren nedenler, bulgular artık o kadar da sağlam görünmüyorlar gözüne. Hatta rüzgara kapılmış mum alevi gibi titreşiyorlar karşında. Kaçırdıklarınsa hep aklında. İçini yakıyorlar.
Bedeninin duvara karşı verdiğin savaştan, ruhunun da sonsuz sorgulamalardan bitap düştüğü o noktada dizlerinin bağı çözülüveriyor. Yığılıyorsun ağır çekimle duvarın dibine, sonra da boylu boyunca yere seriliveriyor gövden. Bahara uyanan toprak kokusu geliyor burnuna. Gözlerin kendiliğinden kapanıyor. Teslim olma anı şimdi…
Gözkapakların yeniden aralandığında başının üstündeki mavi göğe bakakalıyorsun öylece. Sol yanına dönüyorsun, duvar hala orada, kuzeyle arandaki bu engel sonsuzdan gelip sonsuza uzayan bir set gibi çekilmiş önüne. Ama gökyüzü hala senin, hapis değilsin, tutsak hiç değilsin.
Başından beri gözünün içine bakan ama senin nedense ayrımına varamadığın bu gerçeğin keşfi seni mutlu ediyor. Bir süre öylece yatıyorsun olduğun yerde, başın yeni yeşeren çimenlere gömülmüş, bakışların bulutsuz mavilikte süzülen kuşlara dalmış. Kalbinle gülümsüyorsun. Gevşemeyle birlikte tatlı bir uyku bastırıyor yeniden, seni sarıp sarmalamasına izin veriyorsun.
Uyandığında bir gayret toparlanıp ayağa kalkıyorsun, yüzün duvara dönük. Bir karamsarlık basıyor yeniden. Kuzeye gitmek için ne kadar uğraştığını düşünüyorsun senelerce; uykusuz gecelerini, oluk oluk akıttığın emeğini, cömertlikle ortaya serdiğin iyi niyetini… Yine aynı kızıl öfke basıyor içini. “Yenildim mi ben şimdi?”
O hınçla birkaç sefer daha yumrukluyorsun duvarı. Kireç yüzeyin altından çıkan tuğlalar soğuk, kaskatı. Meydan okuyorlar sana. Aletlerin, silahların da yok ki metal gücüyle, topla, tüfekle saldırasın duvara. Yandaşların olsa, seninle birlikte bu kavgaya tutuşmayı göze alanlar, elbirliğiyle yerle bir etmez miydiniz şu mağrur tuğla yığınını? Sahi, diğer insanlar nerede? Niye bir başınasın sen şu duvara karşı çırılçıplak ellerinle?
Zihninin bu soruya verdiği yanıttan ürkmüş gibi geriliyorsun birkaç adım. Beynin algıladı ama yüreğin almıyor. Gözyaşların oracıkta ama gururdan akmıyor. O duru yalnızlıkta üşüyorsun. Bazen tek bir an insanı yıllarca yaşlandırır…
Neden sonra bakışlarını önündeki duvardan kurtarıp sağı solu kolaçan ediyorsun. Görünen o ki, duvar kuzeye gidişi kesmiş belki ama ne batıya ne doğuya doğru ilerlemene tek engel yok. İstersen şu an, hatta şimdi yürü git. Arkana bakıyorsun hemen ister istemez, geldiğin yön, güney de apaçık serili duruyor önünde. Şeçimin varlığı rahatlatıyor seni ama geri adım atma fikrini sevmiyorsun. Oysa “geri dönmek her zaman gerilemek midir”, gerçekten biliyor musun?
Kararsızsın. Kafan öyle dolu ki mantıklı düşünemiyorsun. Hıncın duvara sanıyorsun ama bu engel şu dakika kalksa hala kuzeye koşar mısın, onu da kendine tekrar tekrar soruyorsun. Üstelik sen bu kuzeyi niye bu kadar kafana takmıştın ki zamanında, hatırlıyor musun? Batının nesi vardı da onu tercih etmedin mesela? Ya da doğuya hiç alıcı gözüyle baktın mı şimdiye kadar?
Sorular girdabının baş döndürücü hızında düşüncelerin oraya buraya çarpıyor. Ama neyse ki bazı kilitli kutular açılıyor o devinimde, kimi önyargılar un ufak oluyor. İçi kof cilalı imajlar, marka takım elbiselerinin içinde saklanan cansız hayaletler, medeni görünen dünyanın karanlık yüzü ayaklar altına seriliyor. Ne kederli bir ruh işkencesi bu… Gözlerin bu kadar açılınca acıtıyor.
Sızmışsın nasılsa o hengamede, uyku teslim alıp kurtarmış diyelim. Rüyanda parçalara bölünüyorsun. Bir yanın duvarla mücadeleye devam ediyor, muhtemelen batacak. Belki de çıkacak. Bitkin düşüp yitip gidecek bu yolda, ya da bir şekilde kuzeye vardığında çoktan başka birine dönüşmüş olacak. Bakalım sevecekler mi kuzeyle ikisi birbirlerini?
İki parçan batı ve doğuyu keşfe çıkmışlar. Planı programı bırakıp hayat macerasına bırakmışlar kendilerini. Bir yanın güneye yürümüş, belki ardında bıraktıklarını yeniden bulurum umuduyla, belki yuvarlak dünyanın mutlaka bir gün onu kuzeye ulaştıracağına olan inancından. Öteki yanın düşünüyor, hareketsiz. Yeniden ne istediğini bileceği anı bekliyor…
Sıçrayarak uyandığında pantolonunun sağ arka cebindeki sert bir cismin varlığı rahatsız ediyor seni. Elini cebine atıyorsun, kapkara bir kömür parçası. Doğruluyorsun yerinden, kireç duvarın kuytusuna yanaşıyorsun, başlıyorsun yazmaya…
Brüksel – Ankara TK 1934 uçağı, Mart 2013
kimbilir beklide gittigin yonun hic onemi yoktur, yolculuktdir asil keramet…. kuzeye hosgeldin
Güzel kızım beni mi anlattın?Duygularıma tercüman mı oldun yoksa.Beynine,duygularına ve kalemine sağlık…
Bazılarımız yön arayışına devam ederken, bazılarımız kaybolduğunu peşinen kabul ediyor. Aslında olduğumuz yerde dursak yine sonuç aynı olacak sanki. Çok fazla debelenmeye gerek yok. Çok ama çok güzel yazmışsın yine….eline, yüreğine sağlık dostum…
Bu duvar önlenemez yazgının sembolizması gibi geldi bana. Bu Hikaye’nin ilhamı neydi bilmiyorum ama bir ön hazırlık mı idi sana, yaşayacaklarına …