Çocuk gibiyim hala. Sabah gözümü açtığımda ilk düşündüğüm: “bugün hangi gün ve neler bekliyor beni?” Zihnimden geçen aktiviteler dizisinin içeriğine göre de tepkisini veriyor hemen ruhum. Bir hayal, bir umut ışığı yakaladığımda ona tutunup ayağa dikilmem an meselesi.
Bu sabah 7:15 alarmını susturmak için elim telefona uzandığında henüz uykunun bağrından kopamamıştım. Parmaklarım telefonun tuşuna dokunurken gözlerimi araladım. Ekranda yazılı tarihi tanıdım. “Bugün o gündür” coşkusuyla bir çırpıda kalkıp hazırlandım.
Kahvaltıdan sonra kendimi ayna karşısında ağır ağır ve özenle makyaj yaparken yakaladığımda sinsice gülümsedim. Saklayacak değilim, beni güzel görsün istedim. Gözüme kalem çektim sabahın kör karanlığında, belli belirsiz bir ruj döşendim inceden.
Ona bildik gelecek bir parfüm sürdüm. Küçük sade küpelerimi taktım. Hafif ve kullanışlı çantamı kuşandım. Gün içinde değişecek hava koşullarını hesaba katıp çizmelerimi çektim, şemsiyemi yanıma aldım.
9:13 trenini yakalamak için yola çıktığımda “bu kaçıncı sefer acaba?” diye geçirdim içimden. 1995 yılından bu yana akan zamana kaydı düşüncelerim. İnsanlar ve sahneler geçti gözümün önünden, mevsimlerin kokuları sinmişti üstlerine.
Bazı anların fotoğrafları capcanlı saklanmış zihnimde. Kimi cümleler söylendikleri anın büyüsüyle öylece korumuşlar. Yankılanıp duruyorlar dehlizlerimde. İnsanlar gelmiş, insanlar geçmiş. Şehir direngen, aynı yerinde.
Söylemiştim, Paris aşktır benim için. Emek emek keşfettiğim, sokaklarını adım adım taradığım, yağmurunda sırılsıklam ıslandığım şehirdir aynı zamanda. Bu tarz deli düşkünlük ilgi çeker, “rivayete göre haritasız geziyormuşsun, sokaklarında kayarak ilerliyormuşsun” diye takılır dostlar.
Bazen de “bir sefer de birlikte gidelim, bize rehberlik et” diye ricada bulunurlar. Ben kolay reddedemem ama eşim hemen atılır ve uyarır: “Bunu istediğinizden emin misiniz gerçekten? Sakın iyice düşünmeden karar vermeyin, kendinizi riske atmayın”. İnsanlar şaka sanar ve kulak ardı ederler dediklerini. Oysa bu sözlerde büyük gerçek payı vardır.
Kendimi (ve bazen yanımdakileri) unutup şehrin sokaklarında akmaya başladığımda yüreğim çarpar, tempom artar, kanatlanırım. Mola vermek aklıma gelmez çoğu zaman, yorulmam ki dinleneyim. Tanıtayım, göstereyim, paylaşayım derken yanımdakileri yorgunluktan perişan edebilirim.
İstanbul’dan gelen arkadaşım Aslı Paris’te tüm gün oradan oraya sürüklendikten sonra bitap düşüp haritasına bir sonraki sefer için notlar düşmüş, tesadüfen gördüm. İki anahtar noktayı uzun bir çizgiyle birleştirmiş ve üstüne şöyle yazmış: “çook uzak, sakın bir daha yürüme!”
Kibar Yunanlı dostum Anna ise dönüş yoluna kadar sesini çıkartmamıştı hatırlıyorum. Ancak Brüksel trenine bindiğimizde önce enerjime övgüler yağdırmış, sonra da bir dahaki sefere daha donanımlı geleceğini açıklamıştı. Nitekim geldi de.
Pazar araştırması yapmış önce ve kendine Sharon Stone’un (!) önerdiği rahat ve dayanıklı yürüyüş ayakkabılarından almış. Sefere çıkar gibi de hazırlanmış üstüne, düzenli egzersizlerle. “Bu sefer iddialıyım” diyordu bakışları…
Bir dönem hem iş hem keyif için sık sık birlikte Paris’e gittiğimiz pratik çözümler ustası Elke’ye gelince, o yaratıcılığını konuşturmuştu hemen. Hem girdiğimiz şık ortamlarda mahcup düşmemek, hem de sokaklardaki dinamik tempomuzu yitirmemek adına yedek ayakkabı bulunduruyordu yanında. Büyükçe bir çanta taşıması gerekiyordu haliyle ama kazanılan avantaja kıyasla önemsiz bir bedeldi bu onun için.
Yeğenim Hazal’la sıcak bir temmuz gününde düşmüştük Paris yollarına. O rahat terliklerini giymişti sıcak havadan da istifade. Brüksel güney garının kapısından içeri girecektik ki parmak arasından geçen bandı kopuverdi terliklerden birinin. Dehşet içinde bir ayağına bir bana bakıyordu. Trenin kalkmasına on, bilemediniz on beş dakika vardı.
Yandaki pazar yerine kaydı bakışlarımız. Ben önden, o sekerek arkadan seğirttik tezgahlardan yana. Modeline, kalitesine hiç takılmadan bir çift terlik kaptık pazardan. Geçirdi bizim kız onları hemen ayağına.
Hazal on altı yaşında sanat ve modanın başkentine ilk ziyaretini böyle hayal etmemişti muhtemelen. Allah var, bu talihsiz gelişme canını sıktıysa da hiç belli etmedi. Ben de bu vesileyle gördüm ki “kendini taşımasını bilmek” başlı başına göz kamaştırıcı bir maharet.
Bizimki ayağındaki şaşkın plastik terliklere rağmen Grace Kelly misali bir asaletle süzüldü şehrin sokaklarında. Tek şikayet dökülmedi dudaklarından, hiç sızlanmadı. Daha rahat bir ayakkabı alma önerimi de duymamazlıktan geldi.
Prenses lakaplı genç arkadaşımla Paris’e ışınlandığımızda onun yüreği yüklü, kafası pek karışıktı. Boşanma sürecindeydi, cevapsız sorularla boğuşuyordu. Kaç kilometre yürüdük, kaç köprü aştık, kaç saat söyleştik gerçekten hatırlamıyorum.
O anlattı, şehirle ben dinledik. Parklar, heykeller, meydanlar dikkat kesildiler. Yollar önümüze serildi, geceler uzadı, zamanı yavaşlattı Paris susamışlığını sezince arkadaşımın. İnanıyorum ki o yanık söylemin bazı sözcükleri takılı kaldı bir yerlerde; bir sokak tabelasında ya da kim bilir hangi kaldırımın taşlarında. En çok da Louvre’un arka bahçesinde yükselen bir ağacın kuytusunda.
Chiara benimle Paris’e gelmek istediğini söylediğinde biraz ürktüm, ne yalan söyleyeyim. Sanırım beş aylık hamileydi Sicilyalı arkadaşım o sırada; o haldeyken ne kadar yürüyebilir, ne kadar ayakta kalabilir emin değildim. Bir de tabii Paris’e gezmeye götürüp gezmekten bitap düşürdüğüm onca insanı düşününce onun doğmamış bebeğinin sorumluluğunu da kendi omuzlarımda hissettim.
Chiara beklediğimden dinç ve formda çıktı. Koşturmadık ama keyifle gezindik şehrin sokaklarında. Bol bol sohbet ettik, Brüksel’de elimizden kaçan zamanı yakalayıp tadına vardık. Hamile bir kadına eşlik etmenin avantajlarını da keşfettim bu yolla.
Lokantalar bizi en güzel masalarına buyur ettiler, mönüde olmayan yemekler hazırlayıp getirdiler. Mağazalarda biraz oyalandık mı hemen içecek ikram ettiler. Kuyruklarda öncelik verdiler.
Bu kadar ilgi ve özenin etkisiyle epey gevşemiş olmalıyım ki tedbiri elden bırakmışım. Pazar günü geç bir öğlen yemeği için gittiğimiz İspanyol lokantasında laf lafı açarken saat mevhumunu yitirmişiz. Doğmamış bebeğin yaşam çizelgesine dalıp gitmişiz.
Aklımız başımıza geldiğinde bir taksi çağırttık aceleyle. Gara doğru yola çıktığımızda hala umudum vardı aslında. Ne var ki binanın girişiyle platform arasındaki mesafe uzadıkça uzadı. Ben bir taraftan iki yanımda iki tekerlekli valizi sürüklüyor, diğer yandan da Chiara’ya “lütfen koşma, kaçırırsak kaçıralım, önemli değil” diye sesleniyordum.
Platforma geldiğimizde tren henüz hareket etmemişti ama kapılar kapandığından almadılar bizi. Görevliye dönüp: “hadi ben neyse de, şu hamile kadına hiç mi acımıyorsunuz?” diye sitem ettim hemen. Omuzlarını silkip gişeyi işaret etti parmağıyla. “Yirmi dakika sonra ikinci bir tren daha var, acele edin isterseniz” dedi soğukkanlılıkla. Her forsun bir sınırı olduğunu oracıkta yeniden öğreniverdim.
Paris hikayeleri anlatmakla, sokakları da arşınlamakla bitmez.
Bugün de bu şehirde kaç saat yürüdüm bilmiyorum. Châtelet tiyatrosuna komşu kafelerden birinin terasında akşamın inişini izlerken ara ara da saate gidiyor gözüm. Yetişkin yanım dönüş trenine yetişmek için metroya binme zamanı geldiğini hatırlatıyor, çocuk yüzümün dudakları aşağı doğru kıvrılmış, kıpırdamıyor.
Sıcaklık yirmi derece, hava durgun mu durgun, yaprak kımıldamıyor. Nehir bayramlıklarını kuşanmış, şehir cıvıl cıvıl, ışıklar dostane. İnsanın sarılıp içine sokası geliyor.
Gitme zamanı biliyorum. Kasım sonu döneceğim ama. Kırk beş yaşımı burada kutlamaya karar verdim.
Yürümeye soluğu, aşık olmaya cesareti olan herkesi bekliyorum.
Paris, Ekim 2013
Not: Paris’i ondan uzaktayken de en az benim kadar yüreğinde yaşatan arkadaşım, sen Akdeniz’e ve nar bahçesine benden selam söyle. Bu şehri yeniden seninle paylaşacağım güne kadarki her ziyaretimde aklımda olacaksın.
Daha nice tutkulu randevulara, heyecanlı keşiflere…bazısı da birlikte…
Benim de dileğim aynı…
Korkarım ki hanımlar bu yazıyı okuyunca Paris’te karınlarına yastık bağlar da öyle gezerler.Hem kutlar hem öperim..
Sizin de Dali kitabıyla bir Paris serüveniniz var bu arada… 🙂
Hangi iki noktayı işaretlemişim Deniz? Hadi yine yürüyelim 🙂
Haritani saklamadin mi seker? Bekleriz tabii.
Ben adayım seninle ve anlattığın tempoda Paris’i gezmeye. Senin gibi bir bilenle gezmek ayrı keyif olsa. Paris beni her gidişimde o kadar heyecanlandırır , herşey bana o kadar tanıdıklık hissi verirki, bundan önceki yaşamımda Paris’ te belki de bir sokak kadını bile olmuş olabileceğimi düşünürüm. Tabii bu hisleri bende yeniden uyandıran kalemini göz ardı etmemeliyiz. Kalemine sağlık.
Gülcihan Abla, zevkle… Dilerim gerçekleştiririz bu projeyi…