Aklımdasın…

gokyuzu

Birkaç sene önce Galata’ya konuçlanmış yeni nesil özgün takı tasarımcılarının birinden pek de içime sinerek bir kolye almıştım.  Severek takıyorum, taktıkça da İstanbul’u anıyorum.  Yakına geliyor aşk, elle tutulur oluyor mucizeler.

Brüksel’deki iş yerime yakın keyifli bir dükkan var; Yunanlı bir hanım iki kızıyla birlikte işletiyor.  “Memleket” sanatçılarının eserlerini satıyorlar; cıvıl cıvıl seramik çanaklar, çağdaş ama illaki lirik heykeller,  soyut tablolar ve çeşitli aksesuarlar.

Kızlardan biri daha konuşkan ailenin diğer bireylerine göre.  Türk olduğumu söylediğimden beri de merakı kabardı.  O esmer ve koyu renk saçlı haliyle geçende dayanamayıp  “siz katıksız Türk olduğunuza emin misiniz, tipiniz çok farklı” diye sordu bana.

Babamın Selanik yakınlarında doğduğunu söyleyince de bir oh çekti.  “Ay, şimdi rahatladım vallahi!” dedi neşeyle, “baksanıza, ben sizden daha çok benziyorum Türk’e!”  Gülüştük karşılıklı.

Ben o arada dükkanda bir çift küpeyi gözüme kestirmiştim.  Galata çıkışlı kolyeme yakışacak gibiydiler. Bilirsiniz hani, tam takım olmayacaklar ama uyumlu bir beraberlik sergileyecektiler.  Ben de zevklenecektim Ege’nin iki yakasındaki iki sanatçının birbirini bilerek ya da bilmeyerek yarattığı eş soluklu takıları birlikte her taşıyışımda.

Küpeleri o gün satın aldım, zevkle de kullanıyorum.  Aylar sonra, Ankara’daki bir arkadaşım için hediye ararken yine aynı dükkana düştü yolum.  Benim küpelerin takımı sade bir kolyeye rastladım, arkadaşımın tarzına da yakıştırdım. 

Gösterişsiz ama şık bir hediye paketi yaptı Yunanlı kadın.  Siyah zarif bir kutucuk kullandı.  Kurdele yerine de hafif elastik ince bir kordon doladı kutunun boynuna, ucunda varla yok arası bir süsü sallanan.  Hediyenin paketi kendisiyle uyum içinde oldu böylece.

Bir kaç hafta sonra Ankara’da heyecanla beklenen bir akşam yemeğinde buluştuk. Masanın üstünden uzattım hediyesini arkadaşıma daha sohbetin en başında.  Önce kutusuna iltifatlar yağdırdı, sonra da elastik bandı o anda at kuyruğu yaptığı saçlarına taktı.  Bakışıp gülümsedik.

Kolyeye uzandı sonra parmakları, boynundaki diğer ince zincirlere aldırmadan bunu da taktı.  Düşündüğüm gibi çok yakıştı kolye ona.  Çantamda taşıdığım küpelerimi çıkarıp aynı setin bir parçasının da bende olduğunu söyledim. 

Anladı beni.

*    *    *    *

İki gün sonra keyifli başka bir buluşma için toplandık dört eski dost.  On sekizinden beri tanıdığı insanlarla iletişimi farklı oluyor kişinin.  Zırhlar iniyor, yürekten dile dökülen sözler sansürden geçmeden paylaşılıyorlar.  Dokunuşlar içten, bakışlar yüklü ve konuşkan.

Kızıl saçlı güzel arkadaşım abartmasız “dönüp baktıran” olağanüstü fiziği ile kadınları imrendirip erkekleri tökezletmiştir yıllar boyu. Oysa o kendi cazibesinin gücünden neredeyse habersiz yaşar.  Alçakgönüllülüğü bir perde gibi iner gözlerinin önüne.

Masadaki diğer üç kişi ona takılıyoruz inceden, onun kendini eleştiren halini doladık dilimize.  Eskiden ve günümüzden hikayeler anlatıyoruz bu konu üstüne.  Kendini bizim gözümüzden görsün bir kere ve “vay be!” desin istiyoruz. Yine başaramıyoruz.  O biraz dalgın, düşüncelerde.

Yunanlı küpelerimi takmışım ben de o gün.  Başımı oynattıkça neşeyle sallanıyorlar.  Ben zaten sevdiklerimle konuştukça heyecanlanırım.  Elim kolum canlanır. Yüksek sesle çağlar, kahkahalar atarım. 

O gün de öyle ama arkadaşımın durgun hali etkiliyor beni.  Sayılı günlere ve ayrı ülkelerdeki yaşamlarımıza içerliyorum yine.  Daha çok konuşabilsek keşke, daha sık dokunabilsek birbirimize.

Derken kızıl saçlı arkadaşım bir paket uzatıyor bana, erken bir doğum günü hediyesi.  İçinden çok orijinal bir kolye çıkıyor, öyle ki bir zaman nasıl takacağımı düşünmem gerekiyor.  Boynuma doladığımda orta yerinde fular tokası misali duran detayı fark ediyorum; küpelerimle pek benzeşiyor.

Ya dünya küçük diyeceğiz, ya kalp kalbe karşı.  Birbirimizi tanımak ve gördüğümüzü sevmek ne muazzam bir şans. Özlemi takılarla resimlemekten güzeli var mı?

*    *    *    *

Arkadaşım Maviş kitap sever. Bildim bileli okur.  Çok dilde okur.  Hem hızlı, hem de hakkını vererek, özümseyerek, kendinden katarak, kendini yeniden mayalayarak okur.

Eskiden, her gün birbirimizi gördüğümüz zamanlarda diyelim ya da, hep konuşurduk kitaplardan. Kitaplarla yaşardık aslında.  ODTÜ kampusuna gidip gelirken çene çalmıyorsak kitap okurduk yanyana.

Mezuniyetten yıllar sonra, o Paris’te ben Brüksel’de yaşarken, her gün olmasa da sık sık haberleşir olmuştuk yine.  Roka sokağındaki evinin kütüphanesine sızmayı pek severdim o zaman da.  Benden cesur, benden çeşitli seçimlerini paylaşırdı o da aynı zevkle.

Kitaplara aynı aşkla bağlı yaratıklar birbirlerine de yakın dururlar.  Keşfederler, aşık olurlar, yeri gelince zayıf, yeri gelince budala hisseder ama sonunda hep yeniden doğarlar.  Yeniden doğmak uğruna da risk almaktan korkmazlar.

Bazen ayak izlerini takip ederler. Bazen baştan çıkarıcı bir kokunun peşine takılıp sürüklenirler. Bazen alim olurlar, bazen kaşif, bazense un ufak.  Denenir kuvveti inançlarının, genişliği ufuklarının.  Yüreklerinin derinliğine şaşarlar.

Düştükleri gibi doğrulurlar da icabında, bazen durup içlerine kapanırlar.  Kitaplardan kaçtıkları olur, kendilerinden de.  O zamanlar sadece takılırlar, bağ yaratmazlar, bağlar üstüne kafa yormazlar.  Yeryüzünün beton bahçelerinde gezelerler bir süre.

Bazen uzun sürer yolculukları.  Bazen kısa bir moladan sonra geri gelirler. Ama kitap sevenler her seferinde sayfaların kollarına, kitabın koynuna geri dönerler.  Hem de koşar adımlarla.  İçerler de içerler sonra onun bağrındaki kaynaktan.  Susamışlık güzeldir, insanlığımızı hatırlatır.

Maviş iki kitap okumuş iki kıtanın buluştuğu güzel şehirde.  Yağmurlu kentte yaşayan arkadaşını düşünmüş sonra.  İki kitabın üstüne iki küçük not düşüp yollamış bana Ankara’ya.  Postacının fatura ve broşür değil de haber ve umut getirdiği günlere taşıdı beni bir çırpıda.

Maviş’in elyazısı değişmemiş, minimalist mütevazı tarzı da.  Değişmeyen değerlerin mucizesine inanmaya ihtiyacım var benim şu aralarda.  Elyazısına ve iki cümleye sığdırdıklarına bakıyorum.  İyi geliyor.

Beni Brüksel’e taşıyan uçakta orta derecedeki türbülansın koynunda saatlerce sarsılırken o kitaplardan birini okuyorum.  Satırlar oluk oluk çağrışımlarla geliyorlar. Hikaye edilen eylemler yüzler, anlar ve kokular taşıyorlar bana harıl harıl.

Uçak titredikçe titriyor, sanırsınız heybetli metalik bir canavar değil de zavallı kuru bir yaprak. Ben içinde nereden baksanız ölümlü biçare bir insancık.  Oysaki tuzum kuru bugün, panikler benden uzak.  Hafif deli bir keyif var içimde.  Kolyeme gidiyor elim. Kendi kendime gülümsüyorum; biraz edebiyat, biraz dostluk karışık.

Aklımdasın.

Ankara-Brüksel, Ekim 2013

2 thoughts on “Aklımdasın…

  1. Bu blog sayesinde kitap okurken, tiyatroda, sehir gezerken, taki taktikca ve daha pek cok zamanda ya seni ya da hikayelerindeki seni dusunup daireyi tamamliyorum. Her zaman somut bir daire olmuyor bu seferki gibi, genelde hafizamda yer ediyor sadece…Ornek: Bambaska bir hikaye seni dusundurdugu icin kitap gonderiyorum, kitap gonderdigim icin yeni bir hikaye ile karsilasiyorum. Harika!

Leave a Reply

Fill in your details below or click an icon to log in:

WordPress.com Logo

You are commenting using your WordPress.com account. Log Out /  Change )

Facebook photo

You are commenting using your Facebook account. Log Out /  Change )

Connecting to %s