Bilmiyorum mümkün mü
Güneşte yıkanmış portakalı
Aşkta pişip kavrulmuş sarıyı
Yok saymak, olağanlaştırmak?
Heykellerden akan sularda
Yıkanan eller
Ne kadar unutkan?
Bıkar mı diller sormaya
Şu kaldırım taşlarına
Anlat diye yakarmaya
Dillen ve fısılda kulağıma
Kaç ölümlü gördün
Kaç facia
Kaç aşk yandı söndü
O esnada?
Kim basıp geçti üstüne gamsız?
Kaç körpe beden yıkıldı koynuna?
Bilmiyorum alışır mı insan
Sabah tarihe uyanıp
Gece ona sarılıp uyumaya?
Gün boyu hem bugün
Hem en derinine geçmiş olmaya
O iç ürpertisi geçer mi?
Hani okşarken duvarlarını
Hafızası yüklü binaların
Gözbebeklerini ararken
Dokunamadığın heybetli tavanların
Alışır mı insan olağanüstüne?
İçinde yaşanılan mucize sıkar mı?
Boşalır mı bir gün insanın içi?
Görmez olur mu gözü
Dikili kaldığı her gün
Bin yaş gençleşen Pantheon’u?
Canı yanacak
Haberi yok
Avucunda bulduğunu
Tapulu malı sanan gafilin…
Şans hovarda bir avcı
Harcı değil kimsenin…
Kucağımıza düşen mucizeler
Alkışlanmazsa sağır
Beslenmezse kalıcı değil…
Her gün görmezsek
Ölür aşk
Şükretmezsek varlığına
Söner alev
Dokunmazsak sevgiliye
Erir için için derisinde…
Alışma dostum,
Sakın ha alışma!
Tapılmayan Roma
Ben diyeyim yıkıntı
Sen de
Kaldırım taşı…
Roma, Ağustos 2015