Gelincik Cesareti

image

Seni pırıl pırıl genç kızlığında tanıdım ilk. Ev yapımı kurabiyelerin tanıdık sıcaklığı vardı sende, gülümsemen içtenlik doluydu. Güzeldin, uysaldın, uyumluydun. Sokuluverirdin insanlara, onların da anında kaynardı sana kanı. Ben de ilk görüşte sevdim seni.

Sonraki birkaç yıl gözkamaştırıcı güzelliğini iyice ortaya çıkardı. İçinde bir yerlerde hala o “Şeker Kız” imajı saklıydı ama artık büyüyordun işte. Cazibenin nelere kadir bir silah olabileceğini öğrenmeye başlamıştın. Dünya sana kayıtsız kalamıyordu, yolda yanlarından geçtiklerin başlarını döndürüp döndürüp bakıyorlardı sana.

Mankenle peri kızı arasında bir yerlerdeydin. Hayranların hızla artmaya başlamıştı. Çiçeklerle, armağanlarla, ezgilerle geliyorlardı, kuşatıyorlardı seni her yandan. “Sarı saçlarından sen suçlusun!” diye sesleniyordu ardından o kırık kalpli çocuk ve kimbilir daha kaç tanesi.

Dış görünümün ve kendini taşıyışın öylesine dörtdörtlük bir hal almıştı ki, bazılarını ürkütmeye bile başlamıştı mükemmele teğet geçen bu tablo. Kimi “bize bakmaz bu kız” diye baştan eliyordu belki seni, bazıları “böylesi pek kibirli olur” gibisinden kategorize ediyorlardı kimliğini . Allah vergisi güzelliğin de bir bedeli olduğunu anlamaya başlamıştın.

Ben o zamanlar en çok dış görünümünün bu derece ön plana çıkmasının içindeki ince insanın dünyaya sunabileceklerini gölgelemesinden korkuyordum. Zira ışığının kör ettiği bazı gözler ve hesabını önyargıya kestirenler senden kaçarken senin iç zenginliğini tanıma şansını da yitiriyorlardı. Sen de ambalaj düşkünü bir dünyada yaşadığımızın bilincine varıyordun işte.

Oysa senin için gökkuşağı kadar renkli, görkemli ve az bulunur bir hazineydi. Duygulu, sevecen, merhametli, yardımsever ve cömert bir yürek vardı o kusursuz makyajın, uzun yapılı saçların ve son moda kıyafetlerin oluşturduğu dış kabuğun altında. Bir gelincik kadar da narindin benim gözümde. Seni erkenden koparmasınlar, çabucak soldurmasınlar isterdim hep.

Böyle masal kahramanı gibi tanımlanan bir şahsiyet için insan kaderlerin en parlağını, yaşamların en dolusunu hayal ediyor. Ona bundan azını uygun görmüyor. Yani koca dünyada bir tane Beyaz Atlı Prens varsa, tabiiki gelip bu kızın kapısını çalmalı, ona gönlünü kaptırmalı diyorsunuz. Bütün malzemeler toplanmış, sihirli formül de elinizde, balkabaklarını döndürüverelim işte bir saltanat arabasına ve sonsuza dek mutluluğa bezensin, doysun bu Gelincik.

İstiyordum ki ben de, sen hep el üstünde tutul, hiç incitilme. Zaten dayanamaz diyordum, incedir, kırılır. Alışık da değil üstelik insanların hainliğine, hunharlığına. Uzak dursun bu vahşilikler ondan, onun o toz pembe dünyasından.

Yıllar sana çok daha başka bir yaşam deneyimini getirdiler beraberlerinde. Yanlış anlama sakın beni, “hayata teslim oldun” anlamında söylemiyorum ben bu sözleri. Zira gördüm, her adımı bilerek ve isteyerek attın. Yüreğini kılavuz belledin, önsezilerine kulak vermeyi seçtin hep.

İleride yapmadığın için pişmanlık duyacağından emin olduğun bir iş varsa, gittin yaptın. “Denemezsem hep aklımda bir acaba ile yaşayacağım” dediğin bir eylem varsa, riski göze aldın ve kolları sıvadın. Çoğunluk sadece kendi iç sesine kulak verdin, kim ne diyor, nereye çekiyor aldırmadın. Kararlarının sonuçlarına da katlanmayı bildin, kimseye yakınmadın, kimseden şikayetçi olmadın.

Tabii yaşam da sakınmadı, tüm renklerini gösterdi sana bu yolculuk sırasında. Kalbini buruşturup atan da oldu, iyi niyetini suistimal eden de. İyimserliğine ve cömertliğine gölge düşürmedin, affetmeyi bildin. Bazı insanlara ikinci şanslar verdin, yeniden yeniden denedin köprüler kurmayı. Kimi zaman şanslı çıktın, bazen acın katmerlendi. Ama kendin olmaktan hiç vazgeçmedin.

İlk başlarda üzülürdüm; benim kafamda senin için yarattığım hayale eşdeğer bir yaşam sürmüyorsun diye. Şansızmışsın gibi gelirdi, ya da kaderin kaprisini çekmek sana düşmüş gibi. Parçalanacaksın, un ufak olacaksın diye dertlenirdim, en çok da hiç hak etmiyorsun bunları diye. Benim imgemde sen hala şekerlemeden yapılmış şatonda pırlantalarla bezenmiş tahtından bizlere el sallıyordun yüzünde sevecen ve ölçülü bir gülümsemeyle.

İlk kez babamın mezarının başında sessizce yanyana durduğumuz o kış günü anladım benim güzeller güzeli peri kızım, büyülü masal kahramanım gerçek dünyanın göbek taşında gururla ayakta duran bir yaman genç kadına dönüşmüş aslında. Acının gözünün içine bakmış, kederi tanımış. Şimdi de ölümün dokunduğu insanların yamacında cesaretle yüzleşiyor yaşamla.

Seni o kısacık an dahilinde birikmiş tüm geçmiş zamanlardakinden daha çok tanıdığımı anlıyorum şimdi. Mezarın başındaki sessiz bekleyişimiz sürerken bana tek kelime etmeden “istediğin sürece varım” diyordun, “kabusun ne kadar korkunç olursa olsun paylaşırım” diyordun, “korkma, yanındayım” diyordun. O an bizi mühürledi.

Şimdilerde de hayatın zor cephelerinde savaşıyorsun. Alman gereken kararlar var, çözmen gereken bilmeceler, atman gereken adımlar. Farkındasın hepsinin, biliyorsun. Bulunduğun nokta için kimseyi suçlamıyorsun, hatta özeleştirinin el kitabını yazabilir duruma gelmişsin. Senden öğrenecek çok insan tanıyorum.

Kendinin de sevdiğinin de değişim haritasını çıkarmışsın yıllar boyu, nereden nereye nasıl gelindiğini görüyorsun. Önceliklerin yıllar ve yaşananlarla değişebileceğini anlamışsın, hatta yaşamışsın bizzat. Bezmişlik sezmiyorum yine de ifadende, keskin durum değerlendirmelerinde. Yılmadığın için hayranım sana.

Seni dinlerken yıllar önce sana atfen yazdığım peri masalının sana büyük haksızlık olduğunu da kavrayıveriyorum birden. Ben o senaryoda sana edilgeni oynatmıştım, seni başkahramanın yanındaki kadın olarak tanımlamıştım. Seni belki el üstünde taşıtmıştım ama karar mekanizmalarının da dışında tutmuştum. Sana en gözalıcınsan da olsa bir kenar süsü muammelesi yapmıştım.

Oysa sen belki de en baştan biliyordun kaderini gönlüne göre yazmak istediğini. Vuruşmaya da hazırdın, yıpranmaya da, dizginleri elinde tutan sen olduğun sürece. Kırılganlığını kabullenmiş ama engel yapmamıştın kendine. Bilakis onu bir kılıç gibi kuşanmıştın bu yaşam mücadelesine doğru dörtnala koşarken.

Seni dinlerken gelinciklerin hesabını erkenden kesmemeli diye düşündüm. Yoksa nasıl keşfedebiliriz ki onlarda saklı cesareti? Nasıl şahit olabiliriz olağandan farklı yaşam maceralarına?

Üstelik çok fazla korumacı davranmıyor muyuz bazen güzeli, narini gördüğümüzde? Oysa fena mı biraz bilenmek, az biraz yoğurulmak hayat sinisinde? Sürtünen burunlarımız keskinleşmiyorlar mı sıra belanın kokusunu almaya gelince? Kendinden vazgeçmediği sürece var olmuyor mu insan?

Varsın yaşanmayıversin en cilalı masallar; ideal bazen insanı yorar. Bırakalım biraz hırpalanıversin körpecik gelincikler; ilham ve umut cesaret öyküleriyle coşar.

Akyarlar, Mayıs 2013

2 thoughts on “Gelincik Cesareti

  1. Sanırım kimi yazdın anlar gibiyim. Gelincik ile Söğüt rüzgara direnmez ama arada bir fark var Gelinciğin güzelim yaprakları kopup gider kala kala sadece tohumlarının olduğu sevimsiz görünümlü baş kısmı kalır kimse der onun çok değil bir yıl sonra yüzlerce gelinciğe dönüşeceğini hiç düşünmez..

    Söğüt ise “Olgunca” salınır kökünden kopmadan tabiata taviz vermeden onurunu çiğnetmeden salınır durur.Ancak şu da var ki Söğüt hep tek kalır Gelincik ise önce nahif görünse de çiçeği yaprakları rüzgarla kopup dağılsa da bir süre sonra yüzlerce Gelincik olarak tekrar hayat bulur..

    Dertlerin muhteşem ortağı merak etme “Bu da geçer YAHUUU!..” ile ifadesini bulan Bektaşi felsefesini benimse ve benimset..

    Kutlarım…

Leave a Reply to dilara Cancel reply

Fill in your details below or click an icon to log in:

WordPress.com Logo

You are commenting using your WordPress.com account. Log Out /  Change )

Facebook photo

You are commenting using your Facebook account. Log Out /  Change )

Connecting to %s