Günaydın Güzel Kız

hazal

Sen yirmili yaşlarının tadına varmaya henüz başladın, ben sonbaharda yaşamımın kırk beş yılını arkamda bırakacağım. Seneye üniversiteden mezun olacaksın, “inanamıyorum!” diyorsun heyecanla bu konudan bahsederken. İnsan büyüdüğünü de, yaşlandığını da hiç bir zaman tam olarak algılayamıyor kanımca.

Koşuyor kişi, ona buna yetişeyim derdinde hep, “şu bitince soluk alacağım, bundan sonra kendimle kalacağım” diyor. Ne var ki akış kesilmiyor, zaman durmuyor, yaşamın onun için sakladığı aklı karalı sürprizlerin sonu bir türlü gelmiyor. Sen de biliyorsun artık: Bakıyorsun okulun son günü, bakıyorsun yaz sıcağında Ege sahilleri, bakıyorsun kapıyı çalmış, karşında diploma töreni…

Üstelik sende bambaşka bir bilinç var benim sen yaşlardayken tatmadığım. Farklı bir aymışlık hali, inanamadığım ama hayranlık duyduğum bir telaşsızlık! Alakalı alakasız sorular fışkırmıyor beyninden, sadece en önemli olanlarına cevap arıyorsun. Dinginsin ama enerjisiz değilsin, sabırlısın ama hayallerine sahip çıkışın çok kararlı, çok kendinden emin.

Biran önce harekete geçmek, bir sürü işi aynı anda ve kısa zamanda yaptığın için kendinle gururlanmak, hep önde ve görünebilir olmak için çabalamak yok senin kitabında. Önceliklerin belli, doğruların çizilmiş. Saklanmıyorsun, oynamıyorsun. Yalana, yaldıza harcanan zamana belki biraz acıyarak bakıyorsun.

Sen “bugün var, yarın yok” olanın fena halde farkındasın. Sen anın, keyfin, damak tadının, uzun ve derin uykunun yararının neyse ki farkındasın. Hayatın küçük zevklerini sarıp sarmalıyorsun, besleyip büyütüyorsun bilincinle. Onlar sana dolu dolu mutluluklar olarak geri geliyor. Yüzünün aydınlığı, gözünün ışığı bundan.

Her aile küçüğünü korumak, tehlikelerden uzak tutmak ister. Biz de sana kol kanat germek için çırpındık elbette ama önünde duramadığımız sellere kapıldık bazen. Yaşamın kimi zaman sağanak misali inen karanlık gerçeklerinden uzak tutamadık seni. Koruyamadık seni dilediğimiz gibi.

Sana gelince, erken yaşta sağlamlaşan karakterinle bize pek de yapılacak is bırakmadın aslında. Özgün kalkanlarını seçip kuşanıverdin kaşla göz arasında. Kurnaz ve akılcı taktikler geliştirdin yaşamla başa çıkmak için.

Hiç istemezdik biz ama kader seçti ve beraberce yaşadık: Sen çok ciddi hastalıkların pençesinde acı çekerken gözlemledin aile bireylerini. Zamansız ölümler gördün, zincirleme kayıplar yaşadın. Yetişkinlerin zayıflıklarına şahit oldun. Ayrılıkların getirdiği yürek acılarını tanıdın.

Boşanmalardan konuştuk seninle, tıkanan ilişkilerin çıkış yolları üstüne akıl yorduk. Aşk üstüne konuştuk, keder ve ölüm üstüne. O kerli ferli insanların beklenmedik acılar karşısında nasıl un ufak olduklarını izledin yaşıtların çizgi film seyrederken. Belki sorgulamayı öğrendin bu deneyimlerden, belki dünyayı çok da ciddiye almamayı.

Çok gözlemledin, az söyledin gibi geldi bana hep. Ama dediklerinde hep öğütülmüş, sindirilmiş ve en önemlisi özümlenmiş olanı sezdim. Sana kalan, seninle kalan çok senden bir güzellikti. Bazen ürktüm erken olgunluğundan, biraz da suçluluk duygusuyla, ama çoğu kez şapka çıkardım sana boğazımda düğümlenen sözcüklerimi kendime saklayarak.

Seni, yaşamla ve onun kahramanlarıyla ilişkini izledikçe her gün daha fazla hayran oluyorum sana. İnsanları okumak nedir biliyorsun. Kişilerin hiçbir zaman dile dökmedikleri ama gözlerinde bir çığlık misali taşıdıkları isteklerini ve ihtiyaçlarını fark edip onlara elinden gelen yardımı yapmayı biliyorsun. Bunu seçiyorsun. Hem de afişsiz, reklamsız, hiç gölge etmeden. İyi kalpli bir masal kahramanınınki kadar özenli bir dokunuşla, ama o insanların hayatlarında mucizeler yaratacak şekilde.

Geçmiş yılların sana yaşattıklarıyla bunca farkındalık kazanmış, dünyayı bu genç yaşında neredeyse çırılçıplak soymuş ve onun gözünün taa içine korkusuzlukla bakmışken, aynı anda nasıl olup da sapına kadar masum, sevecen, ve umut dolu olduğunu soruyorum kendime. Yanıtı bende değil bu sorunun, ama biliyorum ki öğreteceksin bana bir gün. Sözle değilse de eylemle.

Seneye Ağustos ayında İstanbul’da kutlayacağız mezuniyetini, bir sonraki doğum gününe denk gelen zamanlarda. Dört sene önce on sekiz yaşını aynı şehirde karşılayışımızı anımsayacağız. Ben sana gözlerindeki ışıltı için teşekkür edeceğim, yolumu kaybettiğim anlarda tükenmeyen bir umut ışığı sunduğu için bana. Sen muhtemelen “ne yesek?” diye düşünüyor olacaksın o sırada. İstanbul gülecek kahkahalarla!

Hazalcı’m, kendin kadar aydınlık ve sıcak bir ayın lider gününde doğmuşsun; ne mutlu, ne uyumlu bir tesadüf. Annene ve babana dünyanın bu en beklenmedik mucizesi için içtenlikle teşekkür ederim…

Brüksel, 1 Ağustos 2013

Leave a Reply

Fill in your details below or click an icon to log in:

WordPress.com Logo

You are commenting using your WordPress.com account. Log Out /  Change )

Facebook photo

You are commenting using your Facebook account. Log Out /  Change )

Connecting to %s