Derin ile Vincent – Dostane rastlantılar üzerine beynelmilel bir masal

vincentderin

Bir varmış, bir yokmuş… Bundan otuz beş sene kadar önce Almanya’nın mütevazı bir şehrinde anne babası ve kız kardeşiyle aynı evde yaşayan genç ve güzel bir kadın varmış. Biz ona alev alev enerjisinden, yaşama azim ve iştahla sarılışından aldığımız esinle Kırmızı diyelim isterseniz.

Kırmızı gönlünü komşu evde yaşayan yakışıklı bir Polonyalı’ya kaptırmış henüz on sekiz yaşında. Ailesi önce onaylamamış, Alman bir damat düşlemişler onlar hayallerinde. Göçmen aileyi kızlarına yakıştıramamışlar. Karşı çıkmışlar uzun zaman.

Kırmızı aklına koyduğunu yapan cinstenmiş. Hele yüreği öyle kıvılcım kıvılcım açarken gözü sevdiğinden başkasını görmemiş. İç sesini dinlemeyi çok erken öğrenenlerdenmiş, adet, töre, kural -ne varsa- çiğnemiş. Polonyalı yakışıklıyla bir hayat inşa etmişler elele. Kimseden yardım, destek almadan.

Çok sevmişler birbirlerini. Kendi düzenlerini, dengelerini o devrin alışılmış çerçevesinden çok dışarıda ama yüreklerine en yakın şekilde kurmuşlar. Biri kız biri erkek iki çocukları olmuş çok geçmeden.

Yaşam yolculukları onları Almanya’dan Belçika’ya taşımış. Bitirim Kırmızı tıkır tıkır işleyen üretken beyni, engel tanımaz azmi ve çelik çalışma disiplini sayesinde sekreter konumunda girdiği uluslararası organizasyonda yükseldikçe yükselmiş. Yakışıklı Polonyalı eşiyse daha arka planda kalmayı seçmiş ve bunu hiç bir zaman gurur meselesi yapmamış. Eşini tüm gücüyle desteklemiş.

Kız çocuğu (Heves diyelim biz ona) moda eğitimi almış, daha genç erkek evladı (Yangın) görsel sanatlar evrenine hızlı bir giriş yapmış. Kırmızı ve eşi çocuklarını yaşam seçimlerinde hür bırakmışlar, istekli ve yetkin rehberler olmuşlar çocuklarına ama kendi doğrularını empoze etmekten hep kaçınmışlar.

* * * *

Eflatun dünyanın en güzel şehirlerinden birine doğan şanslı çocuklardanmış. İstanbul’u tadarak, soluyarak büyümüş. Babası o devirde muhtemelen parmakla gösterilen bilge şahsiyetlerdenmiş. Annesi zarif ve aydınlık yüzlü bir hanımefendiymiş. Bir de kız kardeşi varmış, zeki mi zeki.

Eflatun Türkiye’nin en güzide üniversitelerinden birinden mezun olmuş. Önce acar mühendis, sonra başarılı genç yönetici olarak parlamış iş dünyasında. O da gönlünün seçtiğiyle erken yaşta evlenmiş.

Kariyer yaparken yuvasını da çekip çevirmeyi beceren her cepheye hakim kadınlardanmış. Çerçeve çizilmiş, dengeler yerine oturmuş. Bir kız çocukları olmuş genç çiftin çok geçmeden: Özgün diyelim biz ona.

Eflatun disiplinli, duyarlı, dolu dolu bir insanmış. İşi bilgisayarlarla olsa da sanatla olan gönülbağını hiç koparmamış. Ressam arkadaşları olmuş, sergileri takip etmiş, sevdiği müzisyenlerin konserleri kaçırmamış. Tiyatroların müdavimi, yeni çıkan kitapların yakın takipçisiymiş.

Çok konuşmasa, aşırı ilgi çekmeyi sevmese de ağzını açtığında bakışları üstüne toplarmış. Kendine bakar, zevkli giyinir, kibar ve ölçülü tavırlarıyla girdiği ortamlarda saygı ve sempatiyle karşılanırmış.

Yıllar akmış, hayat sürprizlerini vurmuş kıyıya. Evlilik son bulmuş ve Eflatun olumlu değerlendirdiği bir iş teklifinin sonucunda orta okul çağındaki kızıyla beraber Brüksel’e göçmüş bir gün. Özgün o genç yaşına rağmen kaya gibi sağlam duran, doğrularını seçen ve kendi yağında kavrulmayı maharetle beceren hayran olunası bir çocukmuş.

Eflatun Kırmızı’nın çalıştığı uluslararası organizasyonda göreve başlamış. Yaklaşık iki bin çalışanı olan bu kurumda ayrı bölümlere konuçlanmış aynı yaş grubundaki bu iki şahane kadın. Yıllarca hep aynı binaya gidip gelmelerine rağmen yolları hiç kesişmemiş. Birbirlerinin varlığından habersiz yaşamışlar aynı şehirde onca zaman.

* * * *

Mavi Kırmızı’yı üstüne birlikte çalıştıkları bir proje sırasında tanıma fırsatı bulmuş. Ondan on yaş kadar büyük bu dinamik şahsiyetin bitmek bilmez enerjisinden, bağımsız ruhundan, inatçı iyimserliğinden esinlenmiş. Onun hep değerlerinden, doğrularından yana duran ve kendi bildiğini okuyan yanına hayran olmuş. Bu aydınlık ve gözüpek kadını rehber almış.

Zamanla aynı bölümde çalışmaya başlamışlar. Kırmızı Mavi’nin ekibinin en yetkin üyesi, incisi, gizli silahı olmuş. Mavi artık hem iş hem dost ortamını paylaştığı Kırmızı’da her geçen gün başka güzellikler bulmuş. Ondan güç almış, ona akıl danışmış. Zor zamanlarında koşup onun limanına sığınmış.

Zamanla Kırmızı’nın diğer aile bireyleriyle de tanışma fırsatı bulmuş Mavi; dünya tatlısı insancıl eşini, başınabuyruk yakışıklı oğlunu ve yere bakan yürek yakan kızını ayrı ayrı sevmiş. Kırmızı’yla yaptıkları bir iş gezisi sırasında denk getirip Paris’te buluştukları Heves’i o dönem üniversite sonrası büyük kararlar eşiğinde gelecek üstüne kafa yorarken yakalamış.

* * * *

Eflatun ile Mavi zaten yakın arkadaşlarmış o yıllarda. Mavi Özgün’ü de ayrı severmiş, onun hayattan ne istediğini bilen karakterine, gereksiz yere trajedi yaratmayan tarzına bayılırmış. Onun geçen zamanla serpilişini izler, ileride neler yapacak acaba diye merak edermiş.

Eflatun ve Özgün’ün anne-kız ilişkisi de özenilecek nitelikteymiş. Dürüst, açık, saygılı bir çerçeve içinde iki yakın dost misali şakırlar, nadiren de sakin sakin tartışırlarmış. Dakika başı birbirlerini sarılıp öpen cinsten değillermiş ama sevgilerini hep gözbebeklerinde taşırlarmış.

Özgün yüksek öğrenim için Londra’ya gittiğinde gönlünü bir Kanadalı gence kaptırmış. Eflatun ile Mavi İngiltere çıkartmaları sırasında tanıştıkları bu şahsiyetin adını zaten peşinen kenara yazmışlar. Zamana bırakılmış akış, gençler düşünmüş ve karara varmışlar.

Özgün Kanada’ya taşınıvermiş. Kısa zaman sonra da büyülü bir yaz akşamında ikinci köprünün Anadolu ayağında Boğaz’a karşı evet demiş genç çift birbirlerine alkışlar arasında. Mutluluklarının samimi ışıltısı davetlileri de duygulandırmış, birkaç damla yaş dökenler olmuş aralarında. Başta da Mavi.

* * * *

İstanbul bu gelişmelere sahne olurken Münih’te Heves ve Afrika kökenli erkek arkadaşının ilişkileri de ciddileşmeye başlamış. İş ve yaşanılacak şehir seçimlerini ortaklaşa almalarından anlaşılacağı üzere gelecek planları da detaylanmaya başlamış. Çok geçmeden müjdeli haberi almış Kırmızı: Yakında anneanne olacakmış!

Mavi Kırmızı ve Eflatun’un birbirini tanısalar anlaşacaklarına gönülden inanıyormuş. Onların ayrı renklerde karakterler taşısalar da ortak değerleri ve prensipleri paylaştıklarını düşünürmüş hep. Günün birinde denk gelmiş, ilk üçlü buluşma gerçekleşmiş. Kırmızı ve Eflatun’un hemencecik kanları kaynamış birbirine.

“Bu buluşmaların ardı gelir artık” hesabı yapılırken hayat sert rüzgarlarından birini estirmiş. Eflatun anne babasına destek olmak için beklenenden çok daha erken bir anda hem iş yaşamına hem de Brüksel’e veda edip İstanbul’a dönmüş. Mavi burulmuş, bir yandan hayran olmuş Eflatun’daki cesarete, diğer yandan onun yükünün ağırlığını omuzlarında hissetmiş.

* * * *

Özgün’ün bebek beklediği haberi herkese moral olmuş o dönemde. Kanada’dan Belçika’ya, oradan Türkiye’ye uzanan hattaki dostların yüreği aydınlanmış. Kırmızı Mavi’den almış müjdeyi, Eflatun ile hemen hemen aynı dönemde torun sahibi olacaklarını hesaplayıp sevinmiş içtenlikle.

Cüce Şubat kapıya dayandığında Heves’in oğlu Vincent dünyaya gelmiş. Çekirdek aile Almanya’da toplanmış, melezlere has şeytan tüyünü taşıyan Vincent’ın gönülleri fethetmesi fazla zaman almamış. Cevval anneanne ve büyükbaba o muazzam coşkuyla daha bir gençleşmişler sanki.

Kazma kürek yaktıran Mart ayında Mavi annesini kaybetmiş aniden. Çok kısa bir zaman sonra da Eflatun’un babası gözlerini yummuş hayata. Sonraki aylarda Mavi’ye huzur haram, hüzün günlük aş olmuş. Bakmış Brüksel’de nefes alamıyor, Ankara’ya annesinin evine geri gitmiş hadiseden bir ay kadar sonra.

Tuhaf zamanlarmış. Gidenin evinde gidensiz kalan yakınları birbirlerine tutunup ayakta durmaya çalışırlarmış titrek titrek. Bazen en beklenmedik anda gözleri dolar, kimi zaman da unutulmaz bir hatıranın ışığında gülümserlermiş. Güç buldukları anlarda zırhlarını kuşanır, dünyanın o en zor işlerinden birine koyulurlarmış.

Birinin ömür boyu emek emek yarattığı, biriktirdiği, topladığı, itinayla sakladığı dolaplar, çekmeceler, raflar dolusu özel eşyayı nasıl elden geçirebilir ki kişi kendi parçalanmadan? Bu sorumluluğun altında ezilip unufak olmadan? İnsanı içten içten kemiren, enerjisini anında tüketen yaman bir sorumlulukmuş bu. Mavi birbaşına olsa asla yapamazmış. Teyzesine dayanmış.

Azar azar, ucundan kenarından başlamışlar. Evin çekmeceleri dipsiz kuyular gibiymiş, tarihin hazineleri saklıymış herbirinde. Hemen her obje bir hikaye anlatmış, bir anıyı, bir dönemi, bazen yitirilen başka bir akrabayı, dostu çağrıştırmış. İçi kanıyormuş Mavi’nin, bazen soluk alamıyormuş.

Mavi’nin annesi Hediye Hanım elişine meraklıymış. Hediye vermeyi, sevindirmeyi de seven insanmış. Ne zaman bebek haberi alsa hemen bir yelek, iki hırka, belki yeni model bir patik üretimine başlarmış. Ya da yumuşacık bir battaniye örermiş hevesle, bebecik üşümesin diye.

nur

Mavi ile teyzesi zulada son dönemki elemeğinin ürünlerini bulmuşlar. Hangi parçanın kimin için hazırlandığını tam olarak bilemeseler de, bir kısmının mutlaka Özgün’ün bebeği düşünülerek kenara konulduğu konusunda anlaşmışlar. Susuşmuşlar biran.

Hediye Hanım Brüksel ziyaretleri sırasında tanıştığı Eflatun ve Özgün’den ayrı ayrı övgüyle bahseder, onlardan sık sık haber sorarmış. Özgün’ün düğün fotoğraflarına bayılmış, kayınvalidesini de -laf aramızda- pek kibar bulmuş. Eflatun’un adı her geçtiğinde de “çok kibar ve asil kadın, duruşu bir başka!” dermiş derin bir iç çekerek.

Mavi annesinin yalnız Türkleri değil, Brüksel’deki yabancı arkadaşlarını da yakından takip ettiğini, dil engeline rağmen onlarla iletişim kurmak için içtenlikle çaba sarfettiğini bilirmiş. Yıllar önce ofisi paylaştığı İngiliz dostu Paul’ün ilk torunu için bir hırka örüp yollamış. Hem de Paul’ü sadece ismen tanımasına rağmen.

Mavi hem bu hatıranın hem de Kırmızı’ya duyduğu sevgi ve güvenin etkisiyle diğer bebek kıyafetlerini de Kırmızı’nın torununa hediye etmeyi düşünmüş. Eflatun’un da Kırmızı’nın da bu sembolik armağanların ardındaki gönül kelâmını sezinleyeceklerinden ve annesinin emanetlerinde onun gözüne görünen anlamı bulacaklarından eminmiş.

Diğer yandan, bu samimi ve Mavi için son derece değerli paylaşım sayesinde bu iki fevkalâde kadını soyut ortamda yeniden biraraya getirdiğini düşlemiş kafasında. Sanki yaklaştırmış onları birbirine bu bağla. Kendini de onlara.

Teyzesi de onaylamış bu hediye fikrini. Özgün’ün henüz doğmamış kızının paketi İstanbul’daki müstakbel anneannesine ulaştırılmış kargoyla. Vincent’ın armağanını da Brüksel’de Kırmızı’ya teslim etmiş Mavi.

* * * *

Temmuz ayı başında Montreal yolunda Brüksel’de mola almış Eflatun. Biraz hasret gidermişler Mavi’yle. Emanetler Eflatun ile birlikte Amerika kıtasına doğru yola çıkmışlar sonra da. Artık bu dünyada olmayan birinden henüz buralara ayak basmamış birine giden hediyeler…

Ağustos ayında Derin’in doğum haberi ulaşmış Brüksel’e. Sevenleri bayram etmiş, en içten dileklerini yollamışlar batıdaki kıtaya.

Biriki gün geçmiş geçmemiş, minik bir kart çıkmış Mavi’nin posta kutusundan: “Anneni hiç tanımasak da hiç unutmayacağız” diye yazmış Heves, Vincent’in güleryüzlü bir fotoğrafını da iliştirmiş karta.

Ertesi gün bir e-posta almış Mavi bir süredir İngiltere’de yaşayan eski arkadaşı Paul’den, hani bir dönem aynı ofisi paylaştığı: “Aklımdasın..” diye yazmış Paul “…kaybın çok yeni, yas sürecinin kolay olmadığını da kendi deneyimimden biliyorum. Yine de bir nebze daha iyi hissettiğini umuyorum şimdilerde…”

Kimbilir, belki arka arkaya sıralanan bu üç gelişme birbirinden bağımsız ve tamamen rastlantısal olgularmış. Ya da hepsi aslında vurdumduymaz olan hayatın nasılsa aldığı Hediye Hanım’ın hatırasına saygı duruş kararını uygulamaya koymuşlar elbirliğiyle. Mavi ikinci olasılığa inanmayı seçmiş.

* * * *

Yıllar geçmiş aradan, güzel günün birinde, ılık bir akşamüstünün kuytusunda Eflatun ve Mavi kendilerini Kırmızı’nın yeşil bahçesinde yayılmış keyfeder bulmuşlar neşeyle. Anneanneler torunlarının son anılarını paylaşmışlar heyecanla, telefonlarında kayıtlı fotoğrafları göstermişler birbirine.

Özel günler için saklanan şaraplardan birini açmışlar derken. Haberler verilmiş, hikayeler nakledilmiş. Yürekler içtenlikle dökülmüş ortaya. An dostluk ve muhabbet olmuş çiçek kokuları arasında, geleceğe dair ortak planlar yapılmış heyecanla.

Bu buluşmanın üstünden başka seneler de akıp geçmiş. Ruhu zenginleştiren, kavurmadan öğreten deneyimler getirmişler beraberlerinde. Sonra, masal bu ya, bir gün kesişivermiş Derin ve Vincent’ın yolları bir üniversite kampüsünde.

Gözgöze gelmişler en beklenmedik anda.

Girişken Vincent Derin’den yana bir adım atmış ve o kendine güvenli, zinde ve bir yudum çapkın ses tonuyla: “Sizde bana çok tanıdık gelen birşeyler var. Daha önce tanışmış olabilir miyiz acaba?” diye soruvermiş.

Derin içinden “bu kadar klişe lafı hangi eski romandan kopyaladı acaba?” diye geçirmiş geçirmesine ama şeytan tüyü varmış işte Vincent’te.

O sırada kızın gözlerinin içine aleni bir ilgiyle bakan kararlı ve akıl çelen duruşunda insana “neden olmasın?” dedirten bir dürtü saklıymış.

Gülümsemiş Derin ağzını açıp ilk sözünü sarf etmeden önce…

Brüksel, Ağustos 2013

Leave a Reply

Fill in your details below or click an icon to log in:

WordPress.com Logo

You are commenting using your WordPress.com account. Log Out /  Change )

Twitter picture

You are commenting using your Twitter account. Log Out /  Change )

Facebook photo

You are commenting using your Facebook account. Log Out /  Change )

Connecting to %s