Yaşam Yolu

Yaşam bazen akar. Su gibi.  Tereyağından kıl çeker gibi kolayca elde edersiniz istediklerinizi. Hayalini kurmaya kalmadan gerçek olur dilekler.  Hem hafif hem kudretli hissedersiniz.

“Şanslıyım” dersiniz arkadaş arasında, gevrektir kahkahanız.  Kabaran koltuklarınız sizi daha güvenli yapar. Artan özgüveninizle genişler omuzlarınız, sesiniz daha bir tok çıkar.

Hep daha fazlasını, daha iyisini yaparsınız.  Kutlamalar yeni planlara gebedir çoğu zaman.  Bu üretken sarmal sizi yükseklere taşır, yükseklerde yaşatır.  Oksijeni boldur oraların, rahat nefes alırsınız.

Bazen akış aniden kesilir.

Trafik tıkanıklığına denk gelirsiniz.  Sağınızı solunuzu taşıtlar basar, sürücüleri acelelerini de öfkelerini de sol üst ceplerinde taşır.  Bir korna sesi ötekini, o diğerini körükler, bulaşıcı bir mikrop sanırsınız.

Açık camlardan birbirini tutmayan müzik zevklerinden örnekler sızar dışarı,  radyodan dökülen haberlere karışır, sigara dumanlarıyla beraber yükselirler havaya.  Kirlilik olur.  Dalıp uzaklara gitmiş çocuklar görürsünüz arka koltukta, uyku ile uyanıklık arasındaki sınırda hüzünlü durururlar.

Kırmızı, sarı, yeşil ışıklara bakarsınız, bazen içinizden geri sayarsınız. Yeşil nihayet yanar. Sadece üç araba geçer. Siz kalırsınız.  Sarı ışığa bakakalırsınız.  “Öteki şerit daha mı hızlı akıyor?” diye sürekli kontrol edersiniz.  Kararlarınızı sorgular, sonuçlarından endişe duyarsınız.

Hıçkırık misali dur kalklarla ilerlemek bozar biraz adamı.  En sabırlısının midesi kabarır, en tezcanlısı canavarlaşır.  Sürücülerin dayanma sınırları zorlandığında ortaya çıkan keşmekeşte orman kanunları silahlarını kuşanır.  Kendinize yabancılaşırsınız.

Bazen lastiğiniz patlar.  Şansızlığın katmerlenmiş sunuluşudur. Hele şehirlerarası yolda başınıza gelirse bu durum, o hep uzaktan baktığınız emniyet şeridini yakından tanıma fırsatı bulursunuz.  Yedek lastiği takacak yürek ve bilek yoksunuysanız benim gibi, telefonu kapar, yardım çağırırsınız hemen.

Arabanın önüne ve arkasına reflektörleri yerleştirip kendiniz kenarda bir noktada beklemeye koyulursunuz ardından.  Küçük avuntulara sığınırsınız:

“Allahtan çok hızlı gitmiyordum.”

“Gene halime çok şükür, kış kıyamette başıma gelse bu talihsizlik ne yapardım?”

“Şu cep telefonları hayat kurtarıyor valla.  Eskiden olsa…”

Karayolunun kıyısında düşüncelere dalarsınız.  Arka planda bir fabrika vardır belki, karşınızda tarlalar.  Belki mısır saçaklarına bakarsınız, belki gelinciklere.  Önünüzden arabalar geçer, içlerinde yaşam öykülerini yüklenmiş insanlar geçer.

Bu kez yaşam akar, siz izlersiniz.

Belki kendi koşturmalarınızı düşünürsünüz, hıza dışarıdan bakmak ürkütür.  Hep acil işler peşinde koşanlar gelir aklınıza; sahi, o öncelikleri kim tanımlar, kim ardı ardına sıralar?  Niye mutlak sonu bildiği halde kendi hiç ölmeyecekmiş gibi yapar insanlar?

Arabanıza bakarsınız.  Patlamış lastiği dengesini bozmuş, fiyakasını zedelemiştir.   O küskün, içine kapanık haliyle size kırılmış oyuncakları anımsatır.  Bir yanınız paniğe kapılır ansızın, hemen o anda kurtarılmayı diler.  Öteki yanınız kadere inanır.

Bazı günler sürücülüğü başkasına bırakırsınız.  Dilini bile konuşmadığınız bir şehirde taksinin arka koltuğuna gömülür, geçmişinizin ağırlığını taşımayan sokakların seyre dalarsınız.  Telsizden trafik durumuna ilişkin güncellemeler duyulur.  Dili bilmediğiniz için sözlerin içeriğine değil ahengine takılırsınız.

O kelimeler de erir toz olur sonra radyodan yükselen nostaljik ezgilerde.  “Big in Japan”i ilk Çeşme’de dinlediğinizi düşünürsünüz kendinize bile belli etmeden.  Break dance yapıyorum diye yerlerde kıvranan çocuklar gelir aklınıza, unuttum sandığınız.

Başka anılar da yanıp söner takip eden şarkılarla. Hiçbirine kuvvetle tutunmazsınız.  Dingin dalgalar misali vururlar sahillerinize, geldikleri gibi usulca çekilirler.  Dilini bilmediğiniz şehrin gecesine, mimarisine ve tarihine karışırlar.  Gözkapaklarınız ağırlaşmıştır.

Yeniden şehirle buluştuğunuzda kaç sokak geçmiştir aradan, kaç şarkı, emin değilsinizdir. Popolo Meydanı’nı görür gözleriniz.  Tepeden Borghese Bahçeleri cilveyle el sallar.  Sağınız solunuz turist dolmuştur yine.

Şoför daracık bir sokağa dalar.  Yarı bilinçli yayalar, sokağa özgürce yayılmış kafelerin masaları, gamsız motosikletler ve soğukkanlı garsonlar arasından ağır ağır ilerlemektesinizdir şimdi.  Hayat filme dönüşür yine, siz bu senaryoda figüran olmayı seversiniz.

Taksi Margutta Sokağı’na saptığında içiniz heyecanla kabarır.  Sanat galerileri ve sevimli lokantalarla süslü bu yeşil dar geçit ketum bir cazibeyle serilir önünüze.  O demez ama siz bilirsiniz: Rüyaların gerçeğe verdiği randevunun sahnesidir.  Fellini’nin hayaleti geçer yanınızdan, ayak seslerini duyarsınız.

Sokak isminin yazılı olduğu tabelaya kayar bakışlarınız.

romamargutta

İtalyanca’da Yol ve Yaşam kelimeleri birbirinden tek harfle ayrılır.

Roma-Brüksel, Kasım 2013

Leave a Reply

Fill in your details below or click an icon to log in:

WordPress.com Logo

You are commenting using your WordPress.com account. Log Out /  Change )

Facebook photo

You are commenting using your Facebook account. Log Out /  Change )

Connecting to %s