Çöp

Tatilden döndüğünüzün ertesi günü sabahın erken saatlerinde o biraz da ürktüğünüz doktor randevusuna gitmek için yola çıkarsınız.  Daha dün ardınızda bıraktığınız şehrin sevecen yirmi üç derecesi kendini Brüksel’in pinti ve puslu sekizine bırakmıştır. Rüzgar acımasızca eser.  Gök delindi delinecek.

Arabanın içi ısınmamıştır henüz.  Eldivenler elinizde, dokunasınız yok direksiyona. Altınızdaki deri koltuk da buz gibi maşallah.  Isınmanın yolu yine müzikten geçecek, anlaşıldı.  Toygar da sizi duymuş gibi mırıldanıyor: “Havalar da soğuk gidiyor bu aralar, üşürsün sen bilirim.  Aman dikkat et, aklına yazları getir.”

Azıcık gevşemeye başlar neyse birazdan bedeniniz.  Tam da derin bir nefes alacakken bir de ne göresiniz?  Az önce saptığınız sokakta çöp kamyonunun arkasına düşüvermişsiniz…

Kamyon gıdım gıdım ilerler. Durduğunda arkasına tutunarak ayakta seyahat eden üç görevli çevik devinimlerle önce aşağı atlar, sonra kimi sağ kimi sol kaldırımdaki çöpleri kapar, fırlatırlar aracın sırt havzasına.  Kamyon ara sıra kocaman demir kıskaçlarını açıp kapayarak sıkıştırır torbaları kasasında.  Çöpler birbirine geçer, harmanlanır.

Üç silahşorun üçü de genç, uzun boylu ve yapılı.  Öyle formda görünüyorlar ki, ha desen mahallenin lüks sağlık kulübünde ders verebilirler diye düşünüyor insan.  Birlikte hareket etmeye alışmış insanların uyumu var aralarında. Bazen konuşmadan anlaşıyorlar.

“Zor olmalı” diye geçiyor içimden.  Neler düşünüyorlardır kim bilir şehrin çöpüne dokunurken böyle hemen her Allah’ın günü.  Kokuya hassas mıdır mesela burunları?  Alışmışlar mıdır yoksa? Alışılır mı?

Hangi sabunlarla, özel ürünlerle yıkanırlar akşamları? Kaç kere?  Anlayışlı mıdır eşleri? “Baba kusura bakma da,  çok kötü kokuyorsun” deyiverirler mi çocukları küt diye?

Çöp arabasının arkasında dura kalka ilerliyorum.  Sağlı sollu kaldırımlardan  havalanıp kamyonun kasasına yumuşak iniş yapan torbalara bakarken o ağzı bağlı paketlerde saklı hikayeleri düşünüyorum.  Sırlarını hayal ediyorum.

Sahiden, neler yoktur ki içlerinde? Fazla pişirip zamanında tüketemediklerimiz, bonkör ikramlarımızın üzgün kalıntıları, içini boşalttıklarımız. Kırıntılar, kılçıklar ve kemikler.  Koçanlar ve kabuklar.  Yara bantları, tuvalet kağıtları, biraz yıpranmış ambalaj parçaları.

Solmuş çiçekler, kırık tabaklar, çatlamış bardaklar. Bozuk oyuncaklar, aşınmış ve kirlenmiş yorgun bebekler.  Son kullanma tarihini geçirmiş konserveler, bayat ekmekler, sulanmış ve büzüşmüş sebzeler.  İnsan içine çıkaramadıklarımız, artık istenmeyenler.

Atıklar arasında kırık ümitlerimiz, dünün gerçekleri, yaşam döngüsünün bıçkın törpüsüne takılanlar.  Emek emek yapılan, özen özen alınan ama bir şekilde zamanla gözden düşen.  Bazen doya doya bazen yarım yamalak tüketilen.

Gariptir ama özgürlüğümüzün ilanı bazen.  Resmi kurtuluşumuz, aldığımız derin nefes, çevirdiğimiz sayfa.  Kimi hikayenin sonrası, kimilerinin başlangıcı.  Bazısının başı, sonu ve ortası.

Bazen doğmadan ölen bir hayalin cesedi, bazen başarısız bir denemenin kaderi.   Oburluğumuzun kurbanları, yalnızlığımızın aynaları.  Ah o tombul fıstık kabukları, renkli çikolata ve cips paketleri. Kabuslarımız ve korkularımız. Kağıt mendillerdeki göz yaşlarımız, hıçkırıklarımızın izleri…

Çöplerin öyküleri muayenehaneye kadar eşlik ettiler bana.

*          *          *          *

cop

Doktordan çıktım,  tatsız bir durum yok. İnsan ferahlıyor haliyle.  Ben içerideyken beklendiği üzere inmiş yağmur, rüzgar kudurmuş.  Binanın kapısından arabaya varana kadar şemsiyemi onurumla taşımak için mücadele veriyorum. Kırıldı kırılacak narin gövdesi.

Ixelles mahallesinin göle karşı dizelenmiş Art Nouveau evlerini bu şehre taşındığım ilk günden beri çok severim.  Hele bir tanesi var ki önce baktıkça bakası, sonra düpedüz sarılası gelir insanın.  Tanışalı yirmi yıl olacak neredeyse.  Şimdi de gölün karşı yakasından bana göz kırpıyor.

Arabamı park ettiğim yere vardım.  Şemsiyemi kırmadan kapatabilmek için rüzgarla debelleşiyorum.  Sabahın koşturması durulmuş, çöp kamyonları da görevlerini tamamlayıp çoktan çekilmişler sokaklardan.

Engel olamayacağımız dönüşümleri kabullenip, olmazsa olmaz hayallerimize yapışmanın tam zamanı.

Yol önüme seriliyor.  Direksiyondayım.

 

Brüksel, Kasım-Aralık 2013

Leave a Reply

Fill in your details below or click an icon to log in:

WordPress.com Logo

You are commenting using your WordPress.com account. Log Out /  Change )

Facebook photo

You are commenting using your Facebook account. Log Out /  Change )

Connecting to %s