Bir zamandır şimdiki yaşının son günüyle usturuplu bir helalleşmeden yanayım, yeni yaşının ilk gününü kutlamaya girişmeden önce. Bilirsin hani, yılbaşı gecesi gibi. Koca bir yılı ardında bırakmaya saatler kala soluklanmak bir nebze, kısa bir muhasebe, iki gülücük, bir kalp ağrısı, bir iki gölge, birkaç belge. Sonra kabulleniş, yaşanılanı bağrına basış yargısız ve yakışıklı bir veda.
Ertesi gün yeni bir yaş, yeni bir sayfa. Sen sindirmiş, sen dingin, sen hep yeni fikirlere gebe. Sen didişmelerden arınmış, geçmişiyle barışık ve hazır gelecek günlere. Korkusuz değil ama cesur, saf olmasa da iyimser, saldırganlıktan uzak fakat istekli, iradeli.
Bugününü de kutla istiyorum Güzel Kız, yarının heyecanlarına kapılmaya saatler kala.
Durala ve düşün istiyorum bir soluk.
Yürüdüğün yolu hatırla, depara kalktığın anlardaki adrenalin kokusunu, yüreğinin alıp başını gidişini mesela. Adımlarının ağırlaştığı zamanları da düşün, kim vardı yanında, kim tuttu elini, kim fısıldadı o iki büyülü kelimeyi kulağına? Dayanamam dediğin, tükendim sandığın zorlu dönemeçleri getir aklına. Nasıl, hangi sayede dirildin yeniden? Hangi ara ayaklandın, dizlerin nasıl derman buldu hiç hesapta yokken?
Yüzünü aydınlatan, yüreğinde çiçek açtıran anları anımsa Güzel Kız. Aşk mıydı seni coşturan, şefkat miydi gördüğün? Başarı mıydı, onurlandırılmak, alkışlanmak mıydı seni kanatlandıran? Paylaştın mı o mutluluğu? Senin için senden çok sevinenlerle miydin o dakika? Keyfinin saflığından döndü mü başın? “Biz bunun için varız herhalde” diye düşündün mü?
Bir gün olmadık bir anda bir şarkının sözleri işledi mi içine? Yabancı bildiğin sokaklar dillenip sırlarını paylaştılar mı seninle? Açlığını, susuzluğunu unutturan maceralar gelip buldu mu seni? Yaşamına onun dışına çıkıp alıcı gözüyle baktın mı uzaklardan?
Sabahları yüzünde güneşle uyanmayı sevdin mi? Kızarmış ekmek kokusuna tutunup doğruldun mu yataktan? Domateslerin kırmızısı yansıdı mı yanaklarına kahvaltı masasında? Beyaz peynire düşen simit susamına hayran hayran baktın mı? Sabah çayının ikindideki halinden dinç olduğunu gözlemledin mi sen de?
Bazı “de” lerin bitişik, bazılarının ayrı yazıldığını biliyorsun. Biliyorsun da, umurunda mı acaba? “De kalkınca anlam değişmiyorsa ayrı, yoksa bitişik” diye bir kural öğretmişler sana, bazen ezbere onu tekrarlıyorsun. “Sen de gitme!” diye içlenen insana bu kuralı nasıl açıklayacağını hiç düşünüyor musun?
Ölçüp biçtiğini biliyorum vermeden kararlarını. Kalıpları, kurguları da sil at isterim yolunu belirlerken. Herkesi mutlu edemezsin, sen seni mutlu edeni ara. Dilemekten korkma, olağanın dışına çıkmaktan da. Sürgüler, kilitler esir almasın hayallerini, sen yine geniş düşün, hava alsın hep düşlerin.
Gündelikteki güzelliği görmeyi sen öğretiyorsun bana. Keyfine sahip çık hep, monotonluğun hışmından koru onu. Sebepsiz hınca sıcacık bir gülümsemeyle karşılık veriyorsun ya bazen, nasıl yaman bir kudret o elindeki, onu asla bırakma!
Yaşam kırmızı halısını sermiş önüne, üstünde salınmanı bekliyor adeta. Acele etmeyeceksin, koşup düşmeyeceksin telaştan biliyorum. Bekleteceksin hatta hayatı biraz orada, öylece… Sabah uykularının tadına varacaksın önce aheste aheste, uzun uzun kahvaltı edeceksin o balkonda meyve ağaçlarının gölgesinde. Ege’nin tuzuna banacaksın kulaçlarını, arkadaş şamatası saracak sahili. Gül kokuları içinde asılacaksın bisikletin pedallarına limonata havalı akşamüstlerinde.
Güneş kızaracak batmadan. Sen gülümseyeceksin portakal rengi.
Brüksel, Temmuz 2014