Alt geçit

Oflaya puflaya girdim o alt geçide.

Çöp ve sidik kokuyor burası. İçinden yürüyüp gitmek iki dakika bile sürmüyor tünelin, fakat koku muazzam keskin, aklınızı başınızdan alıyor, adınızı unutturuyor. Caddenin öteki tarafına çıktığınızda kararmışsınız sanki isten pisten, eskimişsiniz. Ve o koku kazınmış üstünüze. Ömür billah çıkmayacak sanırsınız.

Birkaç saat önce ofisimde o gün yazdığım kim bilir kaçıncı dokümanı mükemmelleştirmeye çalışıyordum. Bir anda durdum. Olur ya işte, bastı hayat: Uzaktaki hastamı düşündüm, yanında olamadığım. Yakındaki hastamı düşündüm, bir türlü derdine derman olamadığım. Yeri dolmayan boşlukları düşündüm, yenilerinin oluşmasından korkarak. Yasam koşmacasından küçük bir mola almak için emek emek yaptığım planları düşündüm, hani bir güzel tepe taklak olan.

IMG_2315 

Bıçak kemiğe dayandı o an.  Uğraşmaya da, savaşmaya da kalmadı gücüm.  Küçük penceremden görünen minnacık gökyüzü parçasına baktım pusulaya yol sorar gibi.  Samimi bir mavilik göz kırptı bana. Camı ardına kadar açıp havayı kokladım, çağırdı beni. Gittim.

Son dakika kararıyla dersi asan bir çocuk acelesiyle çıktım iş yerinden. Asansördeki ayna gözlerinin altı çökük dedi, haklıydı da.  Yüzüm sarı beyazdı, son iki haftadır delik deşik geçirdiğim gecelerin faturası haliyle.  Aynada yalan, sahtelik yoktu: Şıktım ama bezgindim. Bakımlıydım ama sönüktüm. Yaşadıklarıma şahitti yüzüm.

Oflaya puflaya girdim o alt geçide.  On beş merdiven indim önce.  Sidik kokusu evre evre işledi içime, sonra da bir pişmanlıktır sardı.  Yüz metre daha yürüyüp şerefimle yaya geçidinden geçmediğim için sövdüm kendime.

Geri adım atmamak gibi anlamsız bir huyum var. Çok çektiriyor bana hayat seçimlerimde. Aynısı oldu,  daldığım tünelde ilerledim. Kulağıma belli belirsiz sesler çalındı o ara. Yalnız değildim. 

Dört evsiz kamp kurmuştu alt geçitte. Biri asırlardır yıkanmamış bir battaniyeye sarılmış uyuyordu. Öteki bir köşede tek başına oturmuş, kendi kendine deşifre edemediğim bir konuşma yapıyordu. Kalan ikisi taş zemine çökmüş, sırtlarını taş duvara yaslamış sohbet ediyorlardı alçak sesle.

İnsan sokağın tanıdık karmaşasından kopup saniyeler içinde kendini böyle hiç de alışık olmadığı bir ortamda bulunca bocalıyor.  Tünelde kimse olmasa burnumu tıkayıp hızlı adımlarla kat edeceğim bu geçitte bir anda vicdanımla baş başa kalıyorum. Hızla ilerlemek o insanlara küfretmek gibi geliyor.

Siz dayanırsınız, çünkü alışıksınız. Ben koşuyorum çünkü bana göre değil bu koku. Şu görüntüme bakın, saçıma, başıma, tozsuz yüksek ökçelerime bakın. Olmaz, yapamam. Benlik değil bu ortam.

Normal diye tanımlayabileceğim bir hızla ve yüzümde nötr bir maskeyle ilerlersem bu geçitteki insanlık sınavını geçerim sanıyorum. Biraz dişimi sıkacağım, hepsi bu. Hafif dalgın ve düşünceli bir hava da takınabilirsem, kimsenin burnu kanamadan sıyrılacağım bu zor durumdan.

Evsizleri yok saymak değil niyetim. Gözlerine bakarsam eksiklikleri, sefaletleri ispatlanacak sanki. Belgelenecek durumları. Altına mühür, üstüne imza. İstemiyorum. Hem cesaretim yok bu dramın gözünün içine bakmaya, hem de onları utandırmaktan korkuyorum.
“Bonjour Madame!”

İrkiliyorum. Zıplamış bile olabilirim. Gerçek miydi bu selam, ben mi uydurdum?

Sesin geldiği yöne çevirince bakışlarımı sohbet eden iki evsizden biriyle göz göze geliyoruz.

IMG_2322 

Takılma, alay, rahatsızlık verip güç gösterme isteği yok bakışlarında.  Hırçınlık ve öfke yok. Niye hayat sana güzel de bana cehennem sorgusu yok.  Ben yaşlarda bu adam. Bakışları sıcaklık ve incelik dolu; sesi komşumun sesi, tonlaması ağabeyimin.

Ben de onu selamlıyorum becerebildiğim kadar üretebildiğim bir gülümsemeyle. Aklımdan eşitlik üstüne bir sürü söz geçiyor. Kulağa güzel, akla şu anda tamamen anlamsız gelen.

Kısacık bir an tünel kokmuyor gibi, o günlerdir sokaklarda yatmamış gibi, benim zorlama normalliğim onun gururuna batmamış gibi gülümsüyoruz göz göze.  Samimiyetle.  Birbirimizi önyargısız bir cesaretle okumak belki haysiyet dedikleri.

Kırklı yaşlarda iki insanız. Birimiz kadın, diğeri erkek. Hayat üstümüzden çokça akmış. Arada deli sevmişiz. Arada fena göçmüşüz. Şimdi de işte bulunduğumuz yerdeyiz. Uzunu da kısası da bundan ibaret.

Adamları arkamda birikip tünelin çıkışındaki merdivenlere doğru yöneldiğimde derin bir nefes alsam mı versem mi bilemiyorum. Koku aynı koku. Hala burnumu oyuyor. Hala bir an önce çıkmak istiyorum bu geçitten.

Alçacık güzel bir ses bir şarkı mırıldanmaya başlıyor o an: Ne kadar güzel olduğunun farkında mısın?

Beni selamlayan adama ait olduğuna eminim bu sesin. Adım kadar eminim.  Cesaretimin sınırları dönüp bakmama engel. Sırtım dönükken de gülümsediğimi hissettiğine inanmakla yetiniyorum.

Hayatta belanın da, nasibin de nereden gelebileceği asla belli olmuyor.  Tutkumuz sonumuz oluyor bazen.  En yakınımızdaki en derinden vuruyor isterse.  En değmeyecek insana hıncımızdan çirkinleşiyoruz kendimize rağmen.

Toyluğumuza işaret eden bilgeler değil her zaman. Şansımıza şükrettirenler riskten anlayanlar değil çoğu kez.  Güzelliğimizi hatırlatanlar illa aşıklar değil.

 

Brüksel,  Mayıs 2015

 

Leave a Reply

Fill in your details below or click an icon to log in:

WordPress.com Logo

You are commenting using your WordPress.com account. Log Out /  Change )

Facebook photo

You are commenting using your Facebook account. Log Out /  Change )

Connecting to %s